Te’vîl Nasıl olurmuş?

Te’vîl Nasıl olurmuş?

“Söz; “haber” ve “talep” [inşa] olmak üzere iki tür olunca; haberden de maksadın onu “tasdik” olunca, talebin de [inşanın da] maksadı “imtisal“-emri yerine getirmek-olur. Böyle olunca da”haber”in te’vîli; bunu haber verenin “tasdîk”i olur. Taleb te’vîlinin de maksadı –taleb edilene- “imtisal “–uymak, yerine getirmek-olur.

Dolayısıyla; haber verenin haber verdiği her haberi geçersiz kılan (ta’tîl) ve talebe de muhalefet ile yönelen her te’vîl batıl olan te’vîl olur.

Bundan maksud olan da “emr”le “nehy”in ve haberin te’vîli arasındaki farkın bilinmesidir.

Birincisi: (emr ile nehy’in te’vîli); her mükellefe farz olanın bilinmesidir; çünkü mükellef olan kimse, bu emri ve nehyi ancak te’vîlinden sonra bilebilir.
Süfyan İbn Uyeyne dedi ki:
‘Sünnet, “emri“n ve “nehy”in te’vîlidir.’
Ümmet arasında ilimde rüsuh (derinlik ve sebat) sahibi olanların, bu te’vîli bildiklerinde herhangi bir “hilaf” yoktur. İlimde en rasih olanlar bunu en iyi bilenlerdir.
Eğer bunun marifeti-bilgisi- (yani, emrin ve nehyin te’vîli) Allah’tan başka hiçbir beşerin bilemeyeceği bir şey olsaydı, bu durumda nasslarla amel etmek tamamen imkânsız hale gelirdi.
Hâlbuki bu nasıl olur ki; asıl olan-emr le ve nehyle- amel etmek farzdır (vacib). Bu durumda mutlaka ümmetin içinde bunun te’vîlini bilenlerin olması gerekir. Yoksa ümmet kendisine emredileni anlayamayıp dalalette olurdu.
Bazen nassın manası çok açık ve anlaşılır olur; velev ki bunun nassın kendisine ulaşmadığı veya gizli kaldığı veya yanında buna aykırı ya da unutması sebebiyle bir şey olan kimseler için hükmü hakkında ümmet arasında, hilaf olsa bile, ümmetin bunun te’vîlinde“ihtilaf” etmez.  Bu tür ihtilaftan ötürü bunda muhalif olan kimse, ma’zur görülür. Fakat kendisine -emre ve nehy’e dair- nass ulaşan   ve bunu hatırlayıp da yanında buna muhalif olan -bir nass- olmayan kimseye gelince; bu kimsenin buna muhalefet etmesine asla mahal yoktur. Bu kimsenin; kim olursa, herhangi bir kimsenin sözüne bakarak buna aykırı davranmasına asla söz konusu olamaz.”

İbn Kayyim el-Cevziyye, es-Savâik el-Mursele: c.s.206,207