Süleyman İbn Abdilmelik ile Ebu Hazım Arasında Geçen Bir Konuşma
Süleyman İbn Abdilmelik ile Ebu Hazım Arasında Geçen Bir Konuşma
Bize, Ya’kûb b. İbrahim haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Ömer İbni’l-Kümeyt rivayet edip (dedi ki):
Bize Ali b. Vehb el-Hemdânî rivayet edip (dedi ki), bize ed-Dahhâk b. Musa rivayet edip dedi ki:
“Süleyman b. Abdilmelik, Mekke’ye giderken Medine’ye uğramış ve orada günlerce kalmıştı. Bir ara; “Medine’de Hz. Peygamber’in –sallallahu aleyhi ve sellem– Ashabından birine kavuşmuş olan bir kimse var mı?” dedi.
(Yanındakiler) O’na; “Ebû Hâzim (*) (isimli biri var)” dediler. Bunun üzerine O’na haber saldı. Huzuruna girince O’na; “Ebû Hâzim! Nedir bize yaptığın bu eziyet?” dedi.
Ebû Hâzim; “yâ Emîre’l-Mü’minîn! Benden ne eziyet gördün?” dedi.
(Halife Süleyman); “Medinelilerin ileri gelenleri yanıma geldi, sen gelmedin!” karşılığını verdi.
(Ebû Hâzim); “ya Emire’l-Mü’minin, dedi, (doğru) olmayan bir şeyi söylemenden seni Allah’a sığındırırım! Bu günden önce ne sen beni tanımıştın, ne de ben seni görmüştüm.”
(Râvi ed-Dahhâk) dedi ki, bunun üzerine Süleyman, Muhammed b. Şihâb ez-Zühri’ye dönüp; “ihtiyar doğru söyledi, ben hata ettim” dedi. Süleyman (sonra); “Ebû Hâzim! Bize ne oluyor da ölümden hoşlanmıyoruz?” diye sordu.
Ebû Hâzim şöyle cevap verdi: “Çünkü siz Âhireti harab ettiniz, dünyayı ma’mûr hale getirdiniz. Bu yüzden ma’mûr yerden harab edilmiş yere gitmekten hoşlanmıyorsunuz.”
(Süleyman); “doğru söyledin, Ebû Hazim! Peki yarın (Kıyamet gününde) Allah’a gidiş nasıl olacak?” dedi.
(Ebû Hâzim); “iyilik eden, ailesinin yanına gelen gurbetçi gibi. Kötülük yapan ise, efendisinin yanına gelen kaçak köle gibi!” karşılığını verdi.
Bunun üzerine Süleyman ağlamaya başladı ve “keşke Allah katında ne olacağımızı bilseydim!” dedi.
(Ebû Hâzim) dedi ki; “amelini Allah’ın Kitab’ıyla karşılaştır, (öğrenirsin!)”
(Süleyman sonra); “(Kıyamette) nasıl bir yer bulacağım?” diye sordu.
(Ebû Hâzim); “iyiler hiç şüphesiz Na’im (Cennetin)de, kötüler ise muhakkak alevli ateştedirler” [İnfitar:13,14] dedi.
Süleyman; “peki, dedi. Allah’ın rahmeti nerede, Ey Ebû Hâzim?”
Ebû Hâzim; “Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır” karşılığını verdi.
Süleyman O’na dedi ki; “Ebû Hâzim! Peki, Allah’ın hangi kulları daha üstündür?”
“Şahsiyet ve akıl sahipleri!” dedi.
Süleyman O’na; “Peki amellerin hangisi daha faziletlidir?” dedi.
Ebû Hâzim; “haramlardan uzak durmakla beraber farzları yerine getirmek!” dedi.
Süleyman; “peki hangi duaya daha çok icabet edilir?” dedi.
Ebû Hâzim; “kendisine iyilik yapılan kimsenin, iyilik yapana duasına!” karşılığını verdi.
(Süleyman) dedi ki; “peki hangi sadaka daha faziletlidir?”
(Ebû Hâzim); “başa kakmadan, eziyet etmeden muhtaç dilenciye (verilen) ve (malı) az olan kimsenin verebildiği!” dedi.
(Süleyman); “peki, hangi söz daha doğrudur?” dedi.
(Ebû Hâzim); “kendisinden korktuğun veya (bir şey) umduğun kimsenin yanında (söyleyeceğin) hak söz!” dedi.
(Süleyman); “peki, müminlerin hangisi daha akıllıdır?” dedi.
(Ebû Hâzim); “Allah’a itaatle amel eden ve insanlara bu yolu gösteren adam!” dedi.
(Süleyman), “peki, müminlerin hangisi daha ahmaktır?” dedi.
(Ebû Hâzim); “zalim olduğu halde (din) kardeşinin arzusuna uyan ve bu suretle, başkasının dünyalığına mukabil Âhiretini satan kimse!” dedi.
Süleyman O’na; “doğru söyledin, dedi, peki, bizim içinde bulunduğumuz durum hakkında ne dersin?”
(Ebû Hâzim); “ya Emire’l-Mü’minin! Beni (bu soruya cevap vermekten) bağışlar mısın?” dedi.
Süleyman O’na; “hayır! Lâkin (bu) bana vereceğin bir nasihat (olacak)” dedi.
(Ebû Hâzim, bunun üzerine) şöyle dedi: “Ya Emire’l-Mü’minin! Senin ataların halkı kılıçla bastırıp bu hükümdarlığı müslümanlardan, istişare yapmaksızın, razılıkları olmaksızın, zorla aldılar. Hatta onlardan pek çok kimseyi öldürdüler ve (bu öldürülen Müslümanlar), o (öldürme ile Âhirete göçtüler. (Öbür âlemde) onların söylediği ve onlara söylenilen şeyleri bir bilsen!”
Bunun üzerine orada oturanlardan bir adam; “söylediğin şey ne kötü, Ebû Hâzim!” dedi.
Ebû Hâzim (buna) şöyle karşılık verdi: “Yalan söyledin! Şüphe yok ki Allah, âlimlerden; “onu insanlara mutlaka açıklayacaklar, gizlemeyecekler! ” diye söz almıştır.”
Süleyman O’na; “peki biz (durumumuzu) nasıl düzeltebiliriz?” diye sordu. Ebû Hâzim; “öğünmeyi, lafçılığı bırakır, vakarlı ve şahsiyetli olur, (devlet yardımlarını) eşit bir şekilde dağıtırsınız” cevabını verdi.
Süleyman O’na; “bunu nasıl yaparız?” dedi.
Ebû Hâzim; “helâlinden alır, lâyık olanlarına verirsin!” dedi.
Süleyman O’na; “Ebû Hâzim, dedi, bize arkadaşlık eder misin? Bu suretle sen bizden istifade edersin, biz de senden istifade ederiz.”
Ebû Hâzim; “Allah’a sığınırım!” dedi. Süleyman O’na; “niçin böyle (diyorsun?)” dedi.
(Ebû Hâzim) şu karşılığı verdi: “Size az bir şey meyletmekten, bu sebeple de Allah’ın bana hayatın da katmerli, ölümün de katmerli (acısını) tattırmasından korkarım.”
Süleyman O’na: “Bize ihtiyaçlarını bildir” dedi.
(Ebû Hâzim); “Beni Cehennemden kurtarıp Cennete sokarsın, (işte ihtiyacım budur!)” dedi.
Süleyman; “bu benim yapabileceğim bir şey değil” dedi;
Ebû Hâzim; “O halde sana onun dışında hiç ihtiyacım yok!” dedi.
(Süleyman); “peki, bana hayır-duada bulun” dedi.
Ebû Hâzim şöyle dedi: “Allahım! Eğer Süleyman senin dostun ise, O’na dünya ve Ahiret iyiliğini kolaylaştır. Eğer düşmanın ise, onu perçeminden tut, sevip razı olacağın şeye (ilet)”.
Süleyman O’na; “bu kadar mı?” dedi.
Ebû Hâzim; “ehlinden isen öz, (ama) çok söyledim. Ehlinden değilsen, kirişi olmayan yaydan (ok) atmam bana ne fayda verir?” cevabını verdi.
Süleyman O’na; “bana tavsiyede bulun!” dedi.
(Ebû Hâzim) şöyle dedi: “Sana tavsiyede bulunacağım, (ama) sözü uzatmayacağım: Rabb’ini ta’zim et. Seni menettiği yerde görmesinden, emrettiği yerde kaybetmesinden (bulmamasından) O’nu tenzih et!”
Ebû Hâzim, Süleyman’ın yanından çıkınca (Süleyman) O’na yüz dinar gönderdi ve “bunu (Allah rızası için) harca, senin için yanımda bunun gibi çok var!” diye de yazdı.
(Râvî ed-Dahhâk) dedi ki, (Ebû Hâzim) bunları O’na, şöyle bir mektupla geri çevirdi: “Ya Emire’l-Mü’minin! Senin benden isteğinin ciddi olmamasından veya benim (parayı) sana geri çevirişimin, (onun) önemsizliği sebebiyle olmasından, Allah korusun! Bunlara senin için razı olmuyorum, kendim için nasıl razı olurum?”
(Ebû Hâzim mektubunun devamında) O’na şöyle yazdı: “Hz.. Musa b. İmrân, Medyen suyuna varınca o (suyun) başında, (hayvanlarını sulayan çobanlar buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını, diğerlerine karışmaktan) alıkoyan iki kız buldu. Bunun üzerine onlara (bunun sebebini) sordu.
Onlar da; “çobanlar suvarıp çekilmeden biz suvarmayız. Babamız ise büyük, (çok yaşlı) bir ihtiyardır” dediler. Hemen (Hz. Musa) onlarınkini (de) suvardı. Sonra gölgeye çekildi ve “Rabb’im, hakikaten ben senin bana indireceğin hayra muhtacım” dedi. Bunu (söylemesinin sebebi şuydu): O aç, güven içinde olmayan korkar bir halde idi. Yine de Rabb’inden istedi, insanlardan dilenmedi. Çobanlar da (O’nun sözünü, halini) anlamadılar, (ama) iki kız anladı.
Onlar babalarının yanına dönünce olayı ve O’nun sözünü O’na anlattılar. Bunun üzerine babaları -ki O, Şu’ayb idi-; “bu, aç bir adam!” dedi ve (kızlarından) birine; “git de O’nu çağır!” diye emretti. (Kız) O’nun yanına gelince O’nu büyük sayıp yüzünü örttü ve “babam seni çağırıyor. Bizim için (hayvanlarımızı) suvarmanın ücretini verecek” dedi. (Kız); “bizim için (hayvanlarımızı) suvarmanın ücretini” andığı vakit (bu) Hz. Musa’ya zor geldi. (Ama) onu takip etmek zorundaydı da. Çünkü o, dağlar arasında aç ve yalnızdı. Neticede onun peşinden gittiğinde rüzgâr esti ve (kızın) elbiselerini arkasına çarpmaya ve bu suretle (elbiseleri), arkasının hatlarını ona belli etmeye başladı. (Kız) da kalçalı idi.
Hz. Musa kâh yüzünü çevirmeye, kâh (gözlerini) yummaya başladı. Sonunda sabrı tükenince, kıza; “ey Allah’ın kulu! Arkamda kal ve bana yolu; “şu (yoldan, şöyle…” diyerek) sözünle tarif et” diye seslendi.
(Hz. Musa, sonunda) Şu’ayb’in huzuruna girince akşam yemeğinin hazırlanmış olduğunu gördü.
Şu’ayb da O’na; “Genç! Otur, yemek ye!” dedi. Hz. Musa O’na; “Allah’a sığınırım!” dedi. Şu’ayb de O’na; “niçin? Aç değil misin?” diye sordu. “Evet, dedi, fakat bunun, o (kızların) için (hayvanlarını) suvarmamın bir karşılığı olmasından korkuyorum. Halbuki ben, dinimiz (gereği yaptığımız) hiçbir şeyi yer dolusu altına mukabil bile satmadığımız bir ev halkındanım.”
Bunun üzerine Şu’ayb O’na; “hayır, ey genç, (bu onun karşılığı değildir). Fakat bu, benim ve atalarımın âdetidir. Biz misafiri ağırlar, yemek yediririz” dedi.
O zaman Hz. Musa oturdu ve yedi. İşte bu yüz dinar da anlattığım şeylerin karşılığı ise leş, kan ve domuz eti, çaresizlik halinde bundan daha helâldir. Şayet beytu’l-mal‘da (devlet hazinesinde) ki bir haktan dolayı ise, bu hususta benim benzerlerim var. Eğer aramızda eşitlik yaparsan ne âlâ! Aksi halde benim buna ihtiyacım yoktur!”
ed-Darimî:c.1,no: 653.Ter. Prof. Dr. Abdullah Aydınlı. Madve Yayınları
(*) Ebu Hâzim el-A’rec; Seleme İbn Dinar’dır: (ö.h.140./m.757) el-Esved İbn Süfyan el-Mahzumî’nin azadlı kölesidir. et-Temmâr (Hurmacı) diye meşhurdur. Sehl İbn Sa’d’dan (ra) Ata İbn Ebî Rebah’tan ve Nu’man İbn Ebî Ayyaş’tan hadis işitmiştir.