Kur’an’ın ve Sünnet’in Fıkhedilmesinde Nübüvvet İlmi’nin Önemi Üzerine Dört Konferans

MEHMET EMİN AKIN

KONUŞMALARIM

(Kur’an’ın ve Sünnet’in fıkhedilmesinde Nübüvvet İlmi’nin Önemi Üzerine Dört Konferans)

İkinci Baskıya Önsöz
2

ﺑﺴ ﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ

Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından ve haber verdiği gibi üç karn(asr)dan 1 sonra sahabenin, tabiûn’un ve tebe-i tabiunUn bize miras olarak bıraktığı; Kur’an ve Nübüvvet ilmi; çeşitli bâtıl ve küfr olan dinler ve felsefî mezhepler tarafından eleştirilmeye başlandı. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti’ne karşı önce Mecusiler ve Berahime tarafından akılcı ve sorgulayıcı bir eleştiri geldi. Yunan Felsefesinden ilhamını alan, Yahudi kelamından da istifade edip Aristo mantığını kullanarak Vahyi ve Sünneti yalanlayan düşünce akımları nübüvvetin “haber” olduğunu dolayısıyla “haber” “ilim” ifade etmediğini söylemeye başladılar. Bugün bu ülkede, Bahailik ve Kadiyanîlikten etkilenmiş ve kimisi de özel görev üstlenmiş olan zümreler; Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetini inkâr etmenin en zeki yolunun, O’nun ashabından gelen hadisleri ve Sünneti hakkında şüpheler uydurmaktalar. Özellikle İslamî ilimleri zayıf olan insanları mantık ve cedel hileleriyle aldatmanın

1 Bu Abdullah İbn Mesud’dan (radiyallahu anhu) rivayet edilen hadistir: (Buharî: 2551,2652, Muslim:2533)
َ ﻗـِ اﻟﻨﺎسُ ﺮْ ﻴـَ : ﺧَ ﺎلَ ﻗَ ﻢ ﻠَ ﺳَ وِ ﻪْ ﻴَ ﻠَ ﻋُﻰ اﷲ ﻠَ ﺻِ اﻟﻨﱯِ ﻦَ، ﻋُ ﻪْ ﻨَ ﻋُ ﻪ اﻟﻠَ ﻲِ ﺿَ ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد رِ ﻪ اﻟﻠِ ﺪْ ﺒَ ﻋْ ﻦَ ﻋ ْ ، ﺮ ْ ﻢُ ﻬَﻮﻧـُ ﻠَ ﻳـَﻳﻦِ ﺬ اﻟُ، ﰒ ِ ﱐ ُ ةَﺎدَ ﻬَ ﺷُ ﻖِ ﺒْ ﺴَ ﺗٌ امَ ﻮْ ﻗـَ أُﻲءَِ ﳚُ، ﰒْ ﻢُ ﻬَﻮﻧـُ ﻠَ ﻳـَﻳﻦِ ﺬ اﻟُ ﰒ َ ﺗَ ﺎدَ ﻬَ ﺷُ ﻪُﻴﻨَِ ﳝَ ، وُ ﻪَﻴﻨَِ ﳝْ ﻢِ ﻫِ ﺪَ ﺣَ أ ﻪ ُ “İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlar, sonra onları izleyenler sonra onları izleyenlerdir. Sonra öyle kavimler gelir ki; onlardan birinin şahidliği yeminini, yemini de şahidliğini geçer.” Buharî, bu meyanda yedi hadis tahric etmiştir. Dördünü İmran İbn Husayn’dan (ibareleri daha uzun) ve üçünü de Abdullah İbn Mesu’d’dan tahrîc etmiştir. enNu’man İbn Beşîr hadisi, “Siz en hayırlılarınız benim karnım (çağım)” ibaresiyle, Abdullah İbn Mes’ud hadisleri ise; “İnsanların ne hayırlısı” ibaresiyle başlar. Muslim’de bu konuda altı hadis tahrîc etmiştir. Üçünü Abdullah İbn Mes’ud diğerlerini ise; Ebu Hureyre (1), Aişe Bintu Abdillah “Hangi insanlar daha hayırlıdır?” ibaresiyle (1), İbn Mes’ud (3), İmran İbnu’l-Husayn (1) rivayet etmişlerdir. Muslim’de “Ümmetinin en hayırlıları” ibaresiyle de rivayet edilir. Ahmed İbn Hanbel ve diğerleri de (et-Tirmizî, Ebu Davud, İbn Hibban en-Nu’man İbn Beşir, Abdullah İbn Mes’ud, Ömer İbnu’l-Hattab, Nadle İbn Ubeyd, Enes İbn Malik ve Âmir İbnu’l-Hasiyb’den bu hadisi (mevkuf) olarak rivayet etmişlerdir.
3

daha etkili olacağı tezinden hareketle; nübüvveti (nebilere vahiyle öğretilen) inkâr etmeyi, Kur’an’ı ve vahyi anlamanın gerçek yöntemi gibi öğretmeye çalışıyorlar. Kur’an ve Sünnet bugün büyük bir savaşla karşı karşıyadır. Dün İslam’ın karşısında, askerî, ekonomik, siyasî ve propaganda gücüne sahip olmadığı kadar güce sahip olan Batınî ve İsmailî kökenli, İslam nübüvvetini tarihten silme ve İslam’ı Protestanlaştırma savaşı; her gün daha da yeni mevzilere yerleşerek hayâsızca Kur’an’ı istismarı sürdürüyor. Bu mücadelenin esas gayesi, Kur’an vahyini ve O’nun tebyîn, tefsir ve beyanı olan Nebevî Sünneti inkâr etmek ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetinin yalancı bir nübüvvet olduğunu ispat etmekti. Bunun için kimi zaman Kur’an’a karşı Kur’an’ın zahirini kullandılar, kimi zaman da Bâtınî bir felsefe ve mantık eşliğinde Kur’an’ın lafızlarını şer’î ve aslî olan manalarının dışında, şer’î manalarını tahrif ve tebdil edecek olan tevillerle itirazlarda bulunmaya başladılar. Mecusîler sonra Mani’nin ve Mazdek’in 2 dinine mensup olanlar ve onların zahirde Müslüman görünen fakat bâtında zenedika olan kesimleri ve Berahime, Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetine ve dolayısıyla da Sünneti’ne karşı Gazali’nin de dediği gibi, gizli bir ittifakla birlikte saldırmaya ve İslam’ın aslî kaynağı Kur’an ve O’nun beyanı olan Sünneti iptal etme savaşını bütün İslam beldelerine yaymaya başladılar. Abbasîler döneminde (Ebû’l-Abbâs el-Me’mûn, Abdullâh İbn Hârûn er-Reşîd (d.786-ö.833) Yunan felsefesinin de tercümesiyle birlikte,

2 Mazdekiye de Mani dininden ayrılarak teşekkül etmiştir. Kurucusu Mazdek M.S. 528 yılında ölmüştür. Zerdüştlükteki “nur” ve “zulmet” ikilisine karşı çıktı ve ilahın her ikisinden müteşekkil olduğunu iddia edince, İranlı kâhinlerin ısrarı üzerine I.Kubaz onun dinine girmiş olmasına rağmen onu taraftarlarıyla birlikte öldürdü. İran’da ilk sosyalist düşünceyi Mazdek yaymıştır. Onun itikadına göre insanlar her şeylerinde ortaktırlar. Kadında mal gibidir ve insanlar tarafından eşit faydalanılır. (Bkz.Ebu’lFeth Muhammed İbn Abdulkerim eş-Şehristânî, el-Milelu ve’n-Nihel:Thk. Ahmed Fehmi Muhammed, Daru’l-Kutub el-İlmiyye: s.276, Beyrut) et-Taberî’nin naklettiklerine göre ise; erkekler; ailelerin evlerine baskın düzenleyip zorla ailelerden kadınlarını ve kızlarını alıyorlardı. Bu da zaman içinde neslin birbirine karışmasına ve kimin kimden olduğuna dair çok büyük bir kargaşaya sebep oldu ve ülkede ahlâk fesada uğradı.

4

gücünü yitirmiş olan eski İran felsefeleri ve mistisizmi yeniden canlanmaya yüz tuttu. İslam’ın karşısında bütün hüccetlerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Nasranîlik ve Yahudilik de bu cephede yerini alarak, hem tevhidî risaletin ve nübüvvetin geriletilmesi, hem de iman edenlerin kalplerinde şek ve akıllarında kuşku oluşturmak için Kur’an ve Sünnet nassları üzerinde Müslümanlarla kelâmî ve mantıkî bir savaşa giriştiler. Halife Ebu Ca’fer el-Mansûr (*) (d.712-775) zamanında başlayıp elMe’mûn (d.733-833) döneminde gelişen tercüme hareketi [Beytu’l-Hikme akademisi veya ilk İslam Üniversitesi] (**) İslam toplumlarında Yunan felsefesinin ve tıbbının yanında; Nasranî ve Farisî mütercimlerin ve ilim adamlarının da desteğiyle akılcılığın yayılmasına ve neredeyse “i’tizal”in devletin resmi mezhebî olduğu bir dönemde, özellikle Hadis âlimleri çok büyük işkenceler çektiler ve Mu’tezile’nin hışmına uğradılar. Müslümanlar bu felsefi hareketler karşında, Kur’an nasslarını hem Arap dilinin özelliklerini göz önünde bulundurarak, hem de Kur’an’ın Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) vahyettiği mu’ciz bir kitabı olduğunu ispatı için çok büyük çabalar sarfettiler ve bu meyanda çok mükemmel ilmî eserler ortaya koydular. Bir taraftan da Müfessirler, Kur’an’ın anlaşılması için gece gündüz onun ilimleri ve nasıl harikulâde bir ilahî kitap olduğunun dünyaya beyanı için eserler kaleme aldılar, Dilciler ve fakihler de Kur’an ve Sünnet’ten İslam’ın beyan ettiği ve inşasına izin verdiği hükümleri ictihadla toplumun önüne koyuyorlar ve böylece Muhaddislerin isnad ilmini inşalarına ve bunun binasını kurmalarına dört elle sarılarak destek verdiler. Bu çabalar, İslam’ın ulaştığı bütün fetih beldelerinde gece gündüz bütün savaşlara, kargaşalara ve Müslümanların uğradıkları büyük

(*) II. Abbasî Halifesidir. Asıl adı Abdullah’tır. Kardeşi Ebu’l-Abbas es-Seffah’tan sonra sonra Hilafet’e gelmiştir.(h.135-156 / m.754-774) el-Enbâr şehrinde vefat etmiştir. (**) M.840 yılında Bağdad’da Ebu’l-Abbas el-Mansûr tarafından kuruldu. Muhtelif dinlerden ve kavimlerden ilim adamları mütercimler ve felsefe tahsil eden âlimlerden teşekkül eden hey’etler burada hem Yunan tıbbını ve felsefesini tercüme ediyor hem de Bizans’tan getirtilen çeşitli ilimlere dair eserleri hem tercüme ediyor hem de öğretiyor ve istinsah edip İslam âleminin her yerine gönderiyordu. Tıptan astronomiye kadar birçok ilimle ilgili eserler tercüme ve istinsah ediliyordu.
5

musibet ve belalara rağmen devam etti ve çağımıza kadar bu muazzam ilmî ve fıkhî birikim Ümmete ulaşarak geldi. Geçmişteki gibi, Kur’an ve Sünnet hakkındaki tartışmalar zaman zaman azalsa bile İki yüz yılı aşkındır İslam ülkelerini istila eden Haçlı Batı, İslam’ı evinde vurmak niyetiyle; Batıdaki aklî ve bilimsel gelişmeleri kadîm felsefeleri ve dinleri İslam’la savaşında Batı düşüncesiyle harmanlayarak İslam’ın karşısına yeni bir yöntem, yeni iddialar ve farklı vesilelerle çıktı. Böylece geçmişte sadece Mani dini, Berahime,(***) Mecusî tasavvufu ve mantığının beslediği kısmen yerli diyebileceğimiz akılcı ekollerin; Kur’an ve Sünnet hakkında ileri sürdükleri iddiaları, Batılı sömürgeciler ajandalarına ekleyerek, bu akımları yeniden diriltmeyi ve geçmişte başaramadıkları, İslam’ın vahyini yalanlama ve onu iptal savaşının ateşini yeniden tutuşturdular. Bu sebeple, geçmişte Mu’tezile, İhvan-ı Safa, Karmatîler, Batınîler, Berahime, Cehmiyye (*) ve daha aklımıza gelebilecek birçok İslamî kökenli akım; Yahudi ve Nasranî düşünce ve tavavvuf akımlarının etkisinde kalarak Kur’an hakkında birçok tartışmalara imza attılar. Batının İslam âlemini işgalinden sonra Batı felsefesi ve ideolojilerden ve edebiyatından etkilenen akımların bazıları; geçmişte İslam’a yönelik eleştirileri yenileriyle buluşturarak, İslam âleminde Batının işgalci, Materyalist ve kapitalist Haçlı ruhu desteğindeki bilim hareketleri eşliğinde bu topraklarda İslam’ın vahyine, Kur’an’ın hakikatlerine ve nebevî Sünnet’in eleştirisi mücadelesine bu kez bizden birileri olarak batı Yahudi ve Nasranî “istişrâk”inden İslam’la savaş bayrağı teslim aldılar.

(***) Bkz. Okuma için makale: Doç. Dr. Orhan Şener Koloğlu, Kelâm ve Mezhepler Tarihi Literatüründe Berâhime; ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/ilh/200413(1)/M8.pdf (*) Cehm İbn Safa’nın öncülük ettiği bir harekettir. Cebr ve ta’tîl (geçersiz kılma) mezhebinin kurucusudur. Düşünceleri: Allah’ın ilmi “hâdis”tir. Allah’ın kelam diye bir sıfatından söz edilemez. Ahirette de dünyada da Allah’ın görülmesi muhaldir. İradelerin tamamı Allah’ındır insanın müstakil iradesinden söz edilemez. Melekler insanın amellerini yazmaz böyle bir şey gerçek değildir.(Muhammed Esed ve M. İslamoğlu’nun buna dair düşüncelerini inceleyin) Akıl ile nass çelişebilir. Akıl ve nass çelişmesinde akıl nassa tercih edilir. Cennet ve cehennem ebedî değildir. Allah kullarında bulunan hiçbir vasıf ve nitelikle sınırlandırılamaz vasf edilemez, O’na (Âlim, Kâdir, iştir ve görür) denemez.
6

Bugün Kur’an’ın Batınî, Hermenötik, te’vilci ve mecâzcı yorumlanışının aslı ve temel meseleleri; İslam’ın ilk çağlarındaki fikrî, felsefî ve siyasî mezheplerin düşüncelerinin kalıntıları üzerine bina edildiğini inkâr edilemez bir surette görmekteyiz. Hâsılı güneşin altında o günden bugüne değişen çok şey olmadı. İslam âleminde bin yılı aşkındır, Müslümanların zihinlerini bulandıran, felsefe, vahdet-i vücud, hulûl mezhebi ve Batınîlik, İngilizlerin iki yüzyıldan bu yana yeni istişrâk merkezlerinin ve sömürge ülkelerinin bilim adamları ve siyasilerinin İslam’la savaşlarında aradıkları en güçlü mücadele silahı haline getirildi. Babîlik, Bahaîlik, Kadiyanilik ve onun artığı Kur’aniyyun akımı; Kur’an ve Sünnet üzerinde Batılıların; Tevrat ve İncillere uyguladıkları, anlama, yorumlama ve tevil etme yöntemini bu akımların iddialarından faydalanarak, tüm İslamî ilimlere uygulamaya başladılar. Bu ilimlerin bize intikal ve nakledilmesine, Hadislerin ve Sünnetin sonradan ihdas edildiğine, bunun çoğunun aslının olmadığı ve Emevilerin (M.661-M.750) saraylarında yazıldığını (Yahudi iddialarını) söylemeye başladılar. Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetini ve Hadislerin Kur’an’ın tefsiri ve fıkhedilmesi dairesinden çıkarmak için başta Yahudilerin ve sonra da tüm müsteşriklerin kadim mezhepleri de yedeklerine alarak Kur’an’ı; sadece dil yönüyle ele alınması gereken bir kitap olarak yorumlamaya başladılar. Onlar için hadis ve Sünnet’in sahih ve sabit bir gerçeği yoktur, dolayısıyla Kur’an’ı anlamada başvurulacak tek kaynağın; Arap dili, tarihsellik ve bu dilin mecazî yorumu olduğu iddiasını sıkça gündemde tutmaya gayret ettiler. Bir diğer ifadeyle Yahudi Filozof Philo’nun (MÖ. 25-MS.50) Yahudi dinî metinlerine uyguladığı Hermes’çi (Hermes Trimegustus) (*) yorumları aynıyla Kur’an hakkında kullanmaya başladılar. Philo, Yahudilikte dinî metinleri, hakikat olarak algılanır ve (te’vil etmeden açıklanırsa) metinlerin inkârını gerektirecek şeylerle karşılarız düşüncesindeydi. Bunun için nassları literal değil, mecâzî olarak yorumlayıp te’vil ederek asıl manalarının dışında ele almanın daha uygun olacağını söyledi. Böylece metinlerin inkârı söz konusu olmayacaktır.

(*) Üç kez kutsanmış demektir. Zeus ve Maia’nın oğludur. Yunan tanrılarının (!) en kurnazı ve zekisiymiş (!) Caduceus adlı bir de sihirli, değneği varmış. Roma Mitolojisinde Merkür olarak adlandırılır.
7

Yoksa harfî tefsir; küfrü gerektirecek birçok düşünceyi de doğurur inancındaydı. Zira Tevrat ve diğer dini kitaplarda akılla çelişen birçok husus vardır bunun mutlak akıl tarafından anlaşılır hale getirilmesi gerekir ki, Din inkâr edilmesin. Bu basit özetten sonra, Türkiye’de Kur’an yorumu adıyla bize Neo Platonist te’villerde bulunan Yenilikçilerin fesad ve bâtıl dolu yorumlarını rahatlıkla seçebilir ve sahiplerini tanıyabilirsiniz. Kur’an’ın Mecazî yorumlanması; İngilizlerin Hindistan’ı işgalinden iki yüz elli yıl sonra, Amerikan Rand Corporation kurumu,(**) Yahudi müsteşrikler, Vatikan ve Pentagon tarafından Arap laikleri ve hermenötikçilerin de desteğiyle neredeyse bütün ilahiyat ve felsefe fakültelerinde en önemli madde ve ilmî tartışmaların başına oturtuldu. Bununla birlikte hadisler hakkında ileri sürülen isnâd tartışması ve ravileri başta sahabe olmak üzere yalanlama hareketi; adeta bir kan kavgası haline geldi. Artık Kur’an’a iman ettiğini söylediği halde, hadisleri gereksiz ya da sadece Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) iyimserlik ve insanî tavsiyeleri olarak değerlendiren ve bazen de “ahirette bize hadislerden mi sorulacak ki” tarzında Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ismetine ve O’nun ashabının dindeki ihlaslarına ve sebatlarına düşman iğrenç saldırılar ortaya çıkmaya başladı.

Rasulullah ise, ashabı hakkında şöyle demiştir:

ْ ﻦَ ﻋ ِ ﰊَ أ ٍ ﻴﺪِ ﻌَ ﺳ َ ﻢ ﻠَ ﺳَ وِ ﻪْ ﻴَ ﻠَ ﻋُ ﻪﻰ اﻟﻠ ﻠَ ﺻِ ﻪ اﻟﻠُﻮلُ ﺳَ رَ ﺎلَ : ﻗَ ﺎلَ ﻗ : ﻻ ﻮا َ  ﺒُ ﺴَ ﺗ ِ ﺎﰊَﺤْﺻَ أ ِ ﺬ ﻟَ اَ ﻮَ ﻓـ ي
ﻲِ ﺴْ ﻔَ ﻧـ ِ ﻩِ ﺪَ ﻴِ ﺑ ْ ﻮَ ﻟ  نَ أ ْ ﻢُ ﻛَ ﺪَ ﺣَ أ َ ﻖَ ﻔْ ﻧـَ أ َ ﻞْ ﺜﻣ ِ ٍ ﺪُ ﺣُ أ ﺎ ً ﺒَ ﻫَ ذ ﺎ ﻣ َ َ كَ رْ دَ أ  ﺪُ ﻣ ْ ﻢِ ﻫِ ﺪَ ﺣَ أ و َ ﻻ َ ُ ﻪَﻴﻔِﺼَ ﻧ . Ebu Said el-Hudrî’den:Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Ashabıma sövmeyiniz! Nefsim elinde olana kasem ederim ki;sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan herhangi birisinin Müdd’üne (550 ml) ve yarısına (225 ml) ulaşamaz.” 3

(**)http://www.rand.org, (http://www.rand.org/about/annual_report.html ) 3 Buharî:3673, Muslim:2543, Ebu Davud:4658
8

ﻗﺎل اﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد رﺿﻲ اﷲ ﻋﻨﻪ”ﻓﺤﺒﻬﻢ ﺳﻨﺔ واﻟﺪﻋﺎء ﳍﻢ ﻗﺮﺑﺔ واﻹﻗﺘﺪاء ﻢ وﺳﻴﻠﺔ واﻷﺧﺬ ﺑﺂﺛﺎرﻫﻢ ﻓﻀﻴﻠﺔ ” Abdullah İbn Mes’ud sahabe hakkında derdi ki: “Onların sevgisi Sünnet, onlara dua etmek Allah’a yakınlık, onlara iktida etmek vesile, onların ilimlerinin izine uymak fazilettir” 4

İmam Ebu Zur’a er-Razî derdi ki: إذا رأﻳﺖ اﻟﺮﺟ ﻣﻦ اﻟﺼﺤﺎﺑﺔ ﻓﺎﻋﻠﻢ أﻧﻪ زﻧﺪﻳﻖ ، وذﻟﻚ أن اﻟﻘﺮآن ﺣﻖ ، ً ﻞ ﻳﻨﺘﻘﺺ اﻣﺮءا واﻟﺮﺳﻮل ﺣﻖ وﻣﺎ ﺟﺎء ﺑﻪ ﺣﻖ ، وﻣﺎ أدى إﻟﻴﻨﺎ ذﻟﻚ ﻛﻠﻪ إﻻ اﻟﺼﺤﺎﺑﺔ وﻫﺆﻻء اﻟﺰﻧﺎدﻗﺔ ﻳﺮﻳﺪون أن ﳚﺮﺣﻮا ﺷﻬﻮدﻧﺎ إﺑﻄﺎل اﻟﻜﺘﺎب واﻟﺴﻨﺔ ، ﻓﻴﻜﻮن اﳉﺮح ﺑﻪ أﻟﻴﻖ واﳊﻜﻢ ﻋﻠﻴﻪ . ﻓﻤﻦ ﺟﺮﺣﻬﻢ إﳕﺎ أراد ﺑﺎﻟﺰﻧﺪﻗﺔ واﻟﻀﻼل أﻗﻮم وأﺣﻖ “Sen ilim sahibini, sahabeden her hangi birisinin faziletini eksilttiğini görürsen bil ki o zındıktır. Bunun böyle olmasının sebebi; Kur’an Hak’tır, Rasul Hak’tır ve bize getirdiği Hak’tır. Bunun hepsini bize ancak sahabe getirdi. Onlar zındıklardır şahidlerimizi ayıplamak istiyorlar. Kim ki; onları yaralarsa- cerhederse- onlar ancak Kitabı ve Sünnet’i iptal etmek istemiştir. Cerh edilmek onlara daha layıktır, onlar hakkında verilecek hüküm onların gerçekten zındıklık ve dalalet içinde olduklarını söylemek daha düzgün ve doğrudur” 5 Kur’an’ı Sünnet’ten ayırma ve hadisleri Kur’an’a arzetme ve Kur’an’ın güya doğrulamadığı hadislere hadis demeyen; isnad ve rical ilmi gibi, bir ilmi ortaya koyan ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şahsında Kur’an’ı ve vahyi sahih bir şekilde ispatı ve savunmayı esas alan ilimlerin cümlesine bugün -hâşâ- Kur’an adına düşmanlık eden zümreler ve Sünnetle amel etmeyi tekfir edecek derecede aşırı ve İslamî ilimlere kin besleyen Arapça ve Araplardan nefret eden sapkın fırkalar türedi. Öyle ki kendilerine Kur’an lisanıyla ayet okuduğumuzda ben Arapça bilmiyorum bana Türkçe ayet oku diyenleri gördük. Bu akımı İsrail’in,

4 el-Kurtubî: c.1,s.60,Ebu Nuaym, el-Hilye: c.1,s.305, el-Lalekaî: c.1,s.88

5 İmam Ebu Bekr el-Hallâl; Kitabu’s-Sunne: c.2,s.557,Ebu Bekr el-Bağdadî; elKifayetu Fî İlmi’r-Rivaye: s.97,İbn Asakir, Tarihu Dimeşk:Nr. 38706
9

Vatikan’ın, ABD’nin ve bütün liberallerin ve müsteşriklerin desteklemekte olduğunda kuşkumuz olmamalıdır. Bu akımlar, İslam aydınlanmacılığı ya da yenilikçiliği adı altında Martin Luther’in Vatikan’a karşı verdiği savaşı ve savunmayı aynıyla İslamî ilimlere ve özellikle de Kur’an’a bakışa uygulamaya çalışan ve sahih ve temiz geçmişimizle aramızdaki bütün ilmî birikimleri ve Kur’an’ın ahkâmını cümleten te’vîl edip fıkhı, Sünneti, rafa kaldırmak istiyor. Kısacası bu akımın gayesi, Kur’an’ın laikleştirilmesidir. Diğer bir ifadeyle, İslam’ı yürürlükten kaldırma ve onu bir dünya kültürü seviyesine indirgemedir. Son yıllarda -ki bu akım 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ilahiyatlarda daha önce görülmemiş bir şekilde teşvik edilmeye başlandı. Batı böylece yerli müsteşrikler ve Allah’ı tevhid bağı zayıflamış, çoğu Arapça ilimlerinden nasibini almamış, alsa bile bunu batıl uğruna kullanan zümreleri ve akademisyenleri, şöhret etmekle ve TV ekranlarına misafir ederek onların bu ilimlerin uzmanı ve yegâne mümessilleri oldukları havasını oluşturarak İslamî ilimlere cephe alıyor. Üzücü olan, Kur’an’ı Sünnet’ten ve Sünneti de Kur’an’dan; hadisleri Kur’an’a arz etme ve imtihan etme iddiasıyla önemsiz görerek ayırmak isteyenlerin gittikçe toplumda seslerini yükselttiklerini görüyoruz. Bu proje, bir Batı Haçlı projesidir. Demokrasiyle içi boşaltılmış, akletmekten, tarih şuurundan ve ilimden yoksun bırakılmış kitleleri, bu kolaycı ve ucuzu İslamcılık rüyasıyla aldatan yenilikçilik hareketi; adeta Vatikanvarî bir edayla ve kibirle Kur’an ve Sünnet düşmanları adına bir intikam savaşı veriyor. Dikkat edin Türkiye’de Ezan okunurken “Allahu ekber” denmesine tahammül eden rejim, okullarda “Din Dersi” tabirine tahammül edemediği için bu dersleri “Din Kültürü” adı altında reforme ederek Din’le ilgisi olmadığını söylemektedir. Fakat ne gariptir ki Türkiye’de bütün devlet ricalinin laik ve dinsiz gibi yaşamalarına rağmen hemen hepsi öldüklerinde sanki Müslüman ölmüş gibi kendilerine cenaze merasimi yapılır. Türkiye’de İslamî ilimlerin devlet tekeline girmesi; özgür sadık ve sahih bir İslamî ilimleri tedris, Kur’an ve Sünnet hakkında sahih bir ilmi usulü ve menheci öğrenemeyen Müslümanlar ve özellikle gençler; bu kestirmeci ve her şeye Sünneti dışlayıp Kur’an’dan cevap arayışına koyuluyorlar. Kur’an’la ve Kur’an’a dayanan hiç bir davetleri ve cihadı olmayan, bu Kur’aniyyun fırkası İslam’ın önünü tıkamak için en büyük nifak ve
10

zendeka (*) hareketi olmaya namzed görünüyor gibi. Çünkü ABD, İsrail ve Vatikan tarafından ve hakeza İsmaîliler tarafından destek görmektedir. Bugün duyduğunuzda, bunu ne rasul, ne ashabı ve ne de seleften kimse söylemiştir, dediğiniz ve duyduğunuz birçok bâtıl iddia batı karşısında yani Yahudilik ve Nasranîlik karşısında İslam’ın iradesini kırmak isteyen bir akımın iddiaları ve zulümleridir. Kur’an hakkında Bâtınî yorumlar ve nassları sadece lafız düzeyinde ele alan ve bunun delaletine itibarı göz ardı eden yorumculuk hareketlerinin hepsi; Zenadika’nın Kur’an’a ve Sünnet’e karşı kullandığı aklî ve mantikî üsluplarını kullanmaktadır. Biz bunun içindir ki Muhammed Esed’in Meâl tercümesi’nin (neden Arap ülkelerinde değil de)Türkiye’de çok ciddî bir akide dönüşümüne yol açtığı üzerinde düşünmek zorundayız. Birçok ilim adamı mes’elenin farkında olmalarına rağmen, Kur’an ve tefsiri söz konusu olduğunda akademik çemberin getirdiği zorlanma ve korku nedeniyle bu akidenin İslam’daki hükmünü açıklayamamaktadır. Bu da geniş gençlik kitlelerini bu Meâl ve benzeri yorumları içeren düşünce ve akımlara ve bunun sahiplerine hiç bu zaviyeden bakmadan kapılmalarına sebep olmaktadır. Dolayısıyla âcilen ilim adamlarının ve İslamî cemaat önderlerinin; Bahaîliğin, İsmailîliğin ve Kadiyanîliğin Kur’an yorumu ve Sünnet hakkındaki yıkıcı, zararlı ve akılları ifsâd eden yalanlarını ve şüphelerini Müslümanlara açıklayıcı bir hareketi

(*) Zendeka hareketini İslam âlimleri, lim izam Mani dini ve kimi zaman da Mecusiler için kullanmışlardır. Bazıları da bu kavramı münafıklar için kullanmışlardır.(Bkz. Dr. Said İbn Felah İbn Abdulaziz el-Arîfî, ez-Zenadika: c.1,s.8. 1433/2013,Riyad ) İslam âleminde ortaya çıkan es-Seb’iyye, Karamita, İsmailiyye, Ravendiyye ve Cehmiyye bu düşünceden etkilenen fırkalardır. Mu’tezile’den Şia’ya tasavvuftan Haricîliğe kadar bir mezhep ve meşrebi etkilemişlerdir. Çağımızda ya da daha doğrusu günümüzde; Kadiyanilik, Bahaîlik ve Babîlik “Yenilikçilik” iddiasında bulunan birçok akım; Zenadika’nın “ilim” “vahy” ve nübüvvet” konusundaki düşüncelerinden etkilenmişlerdir. Fazlurrahman /1919-1988), M. Ali Lahorî (1874-1951), Ğulam Ahmed Perviz (1903-,1985) Nasr Hamid Ebu Zeyd (1943-2010), Hasen Hanefi (1935) M. Abid el-Cabirî, Taha Abdurrahman (1944-) ve M. Arkun (1928-2010), Romancı Necib Mahfuz (1911-2006), Malik Şibl (1958 Cezair) ve Âdil Dahir (1939 Lübnan) Şair Adonis ( Ali Ahmed Said İsber:1930 Lazkiye) gibi birçok isim Zenedika’nın “vahy” “nübüvvet” ve nasslara bakış iddilalarından etkilenmişler ve bunu yazılarında ve kitaplarında ve şiirlerinde dile getirmişlerdir. M. İslamoğlu, Muhammed Esed’in (1900-1992) “Kur’an Mesajı” adlı Meâl Tefsiri önemli oranda bu etkinin altındadır.
11

başlatmaları zarureti kendini çok ağır bir şekilde hissettirdiğini görmeleri gerekiyor.

Biz bunu Türkiye’de ilk dile getirdiğimizde çok kınandık ve ayıplandık. Biz, birçok kimse tarafından görülmese ve inanılmasa da, bunun acı bir gerçeklik olduğunu yazmaya devam edeceğiz. Türkiye’deki Modern Kur’an yorumculuğunun özellikle de ilahiyatçı akademisyenler tarafından ciddî bir surette; Batınî ve Bahaî yorumculuğunun etkisinde olduklarını ve şeriatın hüküm ifade eden nasslarına karşı korkunç, hain ve düzenli bir saldırı başlattıklarını haber verdiğimizde ne yazık ki ayıplandık, şahısları ve isimleri karaladığımız iftirasına uğradık. Bunu yazmaktan asla mutlu değilim. Türkiye’deki tefsir ve yorum hareketi; mantık ve strateji olarak; Amerikan Rand Corporation kurumunun desteğinde “Yenilikçi” adıyla (Neo Zenedika) yöntemleri üzerinden ele geçirmektedir. Bizim uzun yıllardan beri, Kur’an’ın yorumunu ve tefsirini Bahaîlerin ve Kadiyanîlerin eli geçirdiğini söylememiz bundandır. Riyadan ve iftihardan Allah’a sığınırım, Kur’an’ın ve Sünnet’in anlaşılmasında usûl ve tedebbür fıkhı diyeceğimiz basireti ve rü’yeti bu fakire nasip eden Allah’a hamdederek söyleyeyim ki; bu çalışmamızdaki konferanslarda dile getirdiğimiz; Sünneti ve hadisleri dışlayarak, Kur’an’ı; anlamanın ne kadar yanlış ve nübüvveti hafife almak ve hatta inkârla illetli olduğunu göstermeye çalıştık. Burada Türkiye’deki Modernist ve Yenilikçilik sevdasına kapılan ve çoğu bu akımın Kur’ancılık adıyla nasıl Neo Batınîlik ve Zenadika hareketinin mahsulü olduğunu Master dahil beş yıl kendisinden felsefe okuduğum hocam Prof. Dr. Hasen Hanefî’nin Mısır Felsefeciler Cemiyeti’nde Nasr Hamid (o da hocamdır) hakkında söylediklerini okumanızı istiyorum. Tanıdığım bazı ilahiyatçıların maalesef bu hocalarımın düşünceleri kırpıp kırpıp kendi düşünceleri imiş gibi Türkiye işporta pazarında satışa çıkardıklarını birçok okuyucu dostumuz bilmez. Buna “Te’vîl’in Tahrif’e Dönüşmesi” adlı klitabımın başında kısmen de olsa değindim. Şimdi de Amerikalılar tarafından “kâfir Müslümanlar” diye adlandırılan Mısır Kur’aniyyun hareketi yaklaşık otuz yıldır Hadislere, Sünnet’e ve Kur’an’daki mucizelere karşı verdiği savaşı Amerika’dan Bahaîlerin ve
12

Masonların desteğiyle Arap ülkelerinin hepsine yayma mücadelesini sürdürüyorlar. Bu savaşın arkasında çok büyük bir medya ve ekonomik desteğin olduğunu Türkiye’deki oluşumlardan ve hareketlerden sezebilirsiniz. TV ekranlarında Kur’an ve Sünnet hakkında, Kur’an ve Sünnet ilminden bu kadar uzak tutulmuş ve laik rejim tarafından cahil bırakılmış neredeyse bütün ilmî ve fıkhî silahları elinden alınmış bir topluma istediğiniz yalanları bu medya üzerinden pazarlamak çok kolay ve basit bir iş haline gelmiştir. Bu akım, halkın kıyas, cedel, batıl te’vîlle sahih te’vîli bilmeyişinden istifade ederek, mantık ve dil oyunlarıyla hevadan başka bir sermayesi olmayan gençleri aldatıyorlar ve İslam’ın bu güne kadar gelişini çok basite alarak ilimle ve ilim adamlarımız ve islamî ilimleri inşa eden ahlak ve disiplinlerden gençleri uzaklaştırıyorlar. Böylece Müslüman olduğunu söylediği halde Yahudi ve Haçlı emperyalizmine ve Siyonistlerin İslam âlemini işgal e sıcak bakacak ve İsrail’le ilişkileri özleyen bir nesil üretmek istiyorlar. Muhammed Esed “cennet herhangi bir zümrenin tekelinde değildir” derken Bakara suresi 62. ayeti çarpıtan te’vilinden ilhamla bu sözleri söylemektedir. Yine Esed’in “hirabe ayeti”ne (Maide:33) Firavun’nun hükmü demesi de bu düşüncenin ürünüdür. Böylece Kur’an’ın nasslarını tahrif üzerinden; hem Kur’an vahyi hakkında korkunç bir inkârı, hem de Müslüman ilim adamlarının Kur’an’ın ahkâmı hakkında Sünnete müstenid olan ictihadlarını inkârı gündeme getirmektedirler. Kur’an’ın manaları; lafızları hiçe sayılarak, manalarının dışına çıkarılıyor; Kur’an’cılık adına, Nübbüvet inkâr ediliyor. “Risalet”i savunma ve sadece “risaleti” vahy görme adına Kur’an’ın nasslarından Ümmetin; Sünnet’e ve Hadis’e dayalı istidlâl ve ahkâmını istinbât kaideleri yok sayılıyor. Ne yazık ki bu ülkenin derin uykuya dalmış ve hâlâ “kıble ehli tekfir edilmez” tezine sarılan âlimleri; TV ekranlarında Allah’a meydan okurcasına ve O’nun Rasulü’nü yalanlarcasına yapılan yorumların dinimize hiçbir zarar vermediği kanaatindeler. Batınî küfr; gücünü sessizliğimizden ve onlar hakkında hüküm veremeyişimizden ve karşılarında Kur’an’ın emrettiği gibi şedid bir duruşla durmayışımızdan cesaret almaktadırlar. Türkiye’de ulema ne yazık ki, Cihad cemaatlerini tekfirci ilan ederken, Kur’an’ı bâtıl bir şekilde te’vîl eden hiçbir zındık hakkında Allah’ın kitabındaki hükümleri ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti’nde buna dair olan hadislerinden Müslümanları haberdar etmiyorlar.
13

Bunun içindir ki Allah’ın dinine karşı isyan etmiş olan TV ekranlarında bu fâsık ve zındık zümreler; hadisleri inkâr etmek için sabah akşam, Kur’an’la savaşıyorlar ve onu tahrif ediyorlar, buna âlimlerden ciddî ve meseleye vakıf bir duruşla ve direnişle karşı çıkıldığını göremiyoruz. Modern te’vilciliğin ve Kur’an’ı güya çağdaş ve felsefî (Hegelci, Marxist, Batınî ve i’tizalî) bir okuyuşla okumanın öncülüğünü yapan Kahire Üniversitesi Edebiyat fakültesindeki hocalarımdan Hasen Hanefi’nin bir diğer Hocam Nasr Hamid Ebu Zeyd hakkında söylediklerine kulak verelim: Böylece “Batınîlik ve Bahaîlik Kur’an tefsirini ve yorumunu ele geçiriyor” dememiz daha sağlıklı bir şekilde anlaşılacaktır. Hasen Hanefî diyor ki:
ﻨﺖ أﲤﲎ أن أﻗﻮﳍﺎ، وﻟﻜﻦ رﲟﺎ اﺳﺘﺨﺪاﻣﻲ ﻵﻟﻴﺎت اﻟﺘﺨﻔﻲ ﺣﺎل ” ﻧﺼﺮ أﺑﻮ زﻳﺪ ﻗﺎل أﺷﻴﺎء ﻛ ، دون ﻓﻬﻢ ﻣﺎ أردت أن أﻗﻮل، ﳓﻦ ﳎﻤﻮﻋﺔ ﻣﻦ اﻷﻓﺮاد، ﻟﻮ اﺻﻄﺎدوﻧﺎ ﻟﺘﻤﺖ ﺗﺼﻔﻴﺘﻨﺎ واﺣﺪا واﺣﺪا ، وﻟﺬﻟﻚ أرى أن أﻓﻀﻞ وﺳﻴﻠﺔ ﻟﻠﻤﻮاﺟﻬﺔ ﻫﻲ اﺳﺘﺨﺪام أﺳﻠﻮب ﺣﺮب اﻟﻌﺼﺎﺑﺎت، ِ اﺿﺮب واﺟﺮ ازرع ﻗﻨﺎﺑﻞ ﻣﻮﻗﻮﺗﺔ ﰲ أﻣﺎﻛﻦ ﻣﺘﻌﺪدة، ﺗﻨﻔﺠﺮ وﻗﺘﻤﺎ ﺗﻨﻔﺠﺮ، ﻟﻴﺲ اﳌﻬﻢ ﻫﻮ اﻟﻮﻗﺖ، اﳌﻬﻢ أن ﺗﻐﲑ اﻟﻮاﻗﻊ واﻟﻔﻜﺮ، وﻟﺬﻟﻚ ﻳﺴﻤﻮﻧﲏ اﳌﻔﻜﺮ اﻟﺰﺋﺒﻘﻲ، ﻻ أﺣﺪ ﻳﺴﺘﻄﻴﻊ أن ﳝﺴﻚ ﻋﻠﻲ ﺷﻲ “
“Nasr Ebu Zeyd öyle şeyler söyledi ki; aslında onları ben söylemeyi temennî ediyordum. Fakat bazen benim kendini gizleme tekniklerini kullanmam, söylemek istediklerimin anlaşılmasıyla temenilerim arasına girdi. Biz aslında bir cemaatten oluşan ferdleriz. Eğer bizi avlasalar, bizim her birimizi ayrı ayrı tasfiye ederler (öldürürler demek istiyor) Bunun için de -düşmana- karşı koyabilmenin en iyi vesilesi gerilla savaşı taktiklerini uygulamaktır. Bazen vurur ve bazen de vurup kaçarım. Muhtelif mekânlara (ilmi veya akidevî meseleleri demek istiyor) zaman ayarlı bombaları yerleştiririm. Bu bombalar, ne zaman patlaması gerekiyorsa o zamanda patlar. Zamanın ne vakit olduğu önemli olan değildir. Önemli olan, -toplumda- vakıanın ve düşüncenin değişmesidir. Bunun için de beni “civa -gibi- düşünür” diye adlandırıyorlar. Hiçbir kimse dediklerimde benim gerçekte ne demek istediğim konusunda beni yakalayamaz.” 6

6 http://www.almahdara.com/ar/vb7/showthread.php?p=4533, Memduh eş-şeyh: Tanzimun İrhabîyyun ismuhu “el-cemiyyetu’l el-felsefiyyetu’l-Mısriyye: http://nashiri.net/articles/general-articles/791.html?task=view
İbrahim es-Sekrân, et-Te’vîl-el-Hadasiyyi Li’t-Turâs
14

Hasen Hanefî’nin söyledikleri, gerçekten bu akımın öncülerinin nasıl bir akideye mensup olduklarını göstermesi cihetiyle; dehşet bir projenin ve katil bir zihniyetin İslam âleminde nasıl yıkıcı ve hain bir faaliyet yürüttüğünü gözler önüne sermektedir. M. İslamoğlu da Muhammed Esed’in ve Nasr Hamid ile Cabirî’nin çok kötü bir taklidi olarak “kendisini te’villerinde kimsenin yakalayamayacağı” mantığı üzerinde hareket ederek Ümmet’in İlim kalelerine sataşmaya devam etmektedir.
Bizim de bu konuya Müslümanların dikkatini çekmek için Bingöl’de verdiğimiz “Tahrif: Batınîliğin Kur’an’la Bitmeyen Savaşı” (*) adlı konferansımızın da gayesi bu akımın Türkiye’de Yenilikçilik ve Modern Kur’an okumaları adı altında Hasen Hanefî’nin dediği gibi gizli bir zendeka hareketi olduğunu duyurmak ve bunun tehlikesine dikkat çekmekti. Son yıllarda -kırk, elli yıldır- ilahiyatlarda bu düşünce olmakla birlikte- Hayri Kırbaşoğlu, İlhami Güler, Mustafa İslamoğlu ve daha birçok isimin Muhaddislerimize ve Müctehid imamlarımıza utanmadan ve hayâ etmeden iftira etmeleri ve onları Müslümanların gözlerinde küçük düşürmeye çalışma çabaları artan bir ivme ile yayılım göstermektedir.
Bu Batınî, Modernist hermenötik Kur’an okuma akımının tahriflerini daha da geniş kitlelerle yaymak amacıyla İmam Hatiplerde ve özellikle de ilahiyatlarda kendisine medyanın da desteğiyle taban oluşturmaya devam etmektedir.

اﻟﺘﺄوﻳﻞ اﳊﺪاﺛﻲ ﻟﻠﱰاث : إﺑﺮاﻫﻴﻢ ﻋﻤﺮ اﻟﺴﻜﺮان
https://www.goodreads.com/review/show/964130200 http://bookshunter.com/read-book/21410663.html http://takutosq.ninja/read-book/21410663.html http://alrased.net/main/articles.aspx?selected_article_no=6833 ﻧﺼﺎﺋﺢ ﺣﺴﻦ ﺣﻨﻔﻲ : أﻓﻀﻞ ﻃﺮﻳﻘﺔ ﻹﺧﻔﺎء اﻟﺰﻧﺪﻗﺔ http://alomary200.blogspot.com.tr/2014/10/blog-post_12.html https://twitter.com/almuthaqafaljad/status/521003050232590336 http://www.al-muthaqaf.net/index/articles.php?action=show&id=227 http://bilahudod.blogspot.com.tr/2014_10_01_archive.html (*)16 Aralık 2012 Pazar
15

İmam Buharî, İmam Müslim, eş-Şafiî, el-Evzaî, İmam ez-Zuhrî ve hatta İmam Ahmed İbn Hanbel gibi imamlarımıza hayâsızca dil uzatılıp iftira edilebiliyor. Bu yenilikçi ve Ümmetin âlimlerine ve ilmî usulüne küstahça dil uzatan ve yeni nesilleri temiz ve mübarek âlimlerimizden ve ilimlerinden ve usulünden koparmaya çalışan zenadika taifesi; TV’lerden fitne olan düşünceleri ilimden haberi olmayan cahil halkla paylaşarak Ümmetin binasını yıkmak ve saflarında çatlak oluşturmaya çalışmaktadır.
Bâtınîliği koruyan ABD’nin, İsrail’in, İsmaîliliğin ve de Bahaîliğin İslamî ilimler üzerindeki tahrifatı ve şer’î kavramların içeriğini tebdil etme için laiklere ve liberal hermenötik Kur’an yorumcularına ve yorumlara verdiği destek; Kur’an’a karşı savaşın sıcak savaşlar kadar olmasa da önemli bir bütçenin desteğinde daha küllî okumalar ve kısa zamanda Ümmet’in sahih ilmi ve akidesine karşı ciddî bir savaşın kapılarımıza dayanacağını bize haber vermektedir.
Bu yapılırken kaderi inkâr, Cehmiyye ve benzeri fırkaların ve Şia’nın dindeki ifsadı, şirkleri ve Kur’an üzerindeki tahrifatına asla değinilmemekte bütün bu sapkın fırkaların başında Şia medyanın da desteğinde başköşede saygın bir biçimde sinsi sinsi, postunun sütünde Ehl-i Sünnet camiada olanlara alayvari bakıp bizimle istihza etmektedir.
Müslümanların bu acı ve ölümcül gerçeği bilmeleri gerekiyor. Ömer’in (radiyallahu anhu) dediği gibi; “Sünneti bilenler Allah’ın kitabını daha iyi fıkhederler.” 7
Küfr ve Bâtınî fitne fırkaları Amerika ve Vatikan’ın da yardımıyla İslam’ın binasını yıkmaya ve temellerini sarsmaya azmetmişler ve sıcak savaşlarla harap ettikleri ülkelerimizde, dinimiz ive ahlakımızı ifsad etmek için Ümmet’in İlim güneşleri olan Din İmamlarımıza saldırıları artıracaklar ve Ümmet’in geçmişiyle övünmesine ve âlimlerimizin ilimlerine ve ahlakına güveni sarsacaklardır. Küffar, Ümmet’in en temel direnç noktaları, izzetinin ve haysiyetinin merkezine ve aslına doğu girişilen bu Haçlı savaşını görmek zorundadır. Aksi takdirde birkaç nesil sonra bu ülkede İslam’dan ve İslam’ın ilimlerinden eser kalmayacaktır.

7 ed-Darimî, es-Sunen: c.1,/138, el-Acurrî; eş-Şeria: c.1,s.113
16

Çalışmamızda özellikle “Fıkhu’l-Kur’an” ve “Fıkhu’n-Nubuvve” başlıkları altında ele aldığımız makalelerimiz, Kur’an’ın fıkhedilişinde nasslarının tedebbürü ve Kuran nasslarında nübüvvet fıkhı ve nübüvvet ilim, hikmeti ve fıkhı dediğimiz hakikatin vahyin ve nebilerin diliyle temellendirilişini göstermeye çalıştık. Diğer bir ifadeyle, Allah’ın vahyi nasıl tanımladığını ve vahyin kendisini Kur’an diliyle nasıl tarif ettiğini ve nebilere hitabının ve nebilerin vahyi fıkhedişlerini nasıl ilme ve hükme dönüştüğünü bir nebze de olsa göstermeye çalıştık. Ki; Kuran’ı istismar edip havalarınca konuşturmak isteyenlerin ifsadlarına karşı Ku’ran’ı Sünen ashabı olan Müslümanların geçmişte de bugün de zendeka ve Batınî tevil ehlinden daha çok sevip ona iman edip onun nasslarındaki işaret ve delaletlerle hakkıyla amel ettiklerini göstermektir. Burada okuyucu dostlarıma haber vermiş olayım: bu çalışmadaki bütün konferansların ayrıca müstakil olarak telifleri elimde fakat bunu yayınlama imkânları bulamıyorum. Kur’an kıssaları hakkında Muhammed Esed’in Meâl Tefsiri’ne yönelik dört bin dört yüz sayfa “Risalet’u’t-Tayr” (Kuş Risalesi) adlı çalışmam, “Fıkhu’l-Kur’an” “adlı çalışmam ve “Fıkhu’n-Nubuvve” adlı diğer bir çalışmama ve “eş-Şeria” adlı çalışmalarım yayınlanmayı bekliyor. Kur’an’la Sünneti inkâr hareketi; Kur’an’a karşı verilen en büyük savaştır. Kur’an’ı anlama (!) iddiasıyla; Kur’an’ın nasıl Allah’ın kitabı olmadığı ve nasıl beşerîleştirilmesi gerektiğine dair çok sinsi bir cedelle ve diplomatik bir dille savaş veriliyor. Bizim de buna, Kur’an nasslarının nasıl fıkhedilmesi (anlaşılması değil) gerektiğini yine Kur’an’ın korunmuş olan dili ve nasslarıyla ortaya koyarak Sünnet ehlinin; zendeka ve nifak ehlinden asla ve hiçbir zaman Kur’an’a -hâşâ” daha zayıf bir yakînle iman etmedikleri ve onlardan daha çok Allah’ın kitabının diline ve nasslarının delaletine sadık olduklarını delilleriyle göstererek bir cevap ve duruş sergilememiz gerekiyordu. Hitam olarak yine bir başka hatırlatmada bulunayım; şu anda youtube üzerinde kayıtlı bulunan Kur’an, Sünnet ve usulü fıkh kaideleri hakkındaki konferanslarımın (Ankara, Trabzon, Erzurum, İzmit, Samsun) bu konuların anlaşılmasında ve Sünneti inkâr eden ve hadisleri Kur’an’a arz etme adına, hevalarına arz eden ve hevalarını Allah’ın kitabını ve Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti üzerinde hâkim kılanların yöntemlerini ve gayelerini anlamada yararlı olacağına inanarak dinlenmesini tavsiye ediyorum.
17

Bugün “mücmel” bir tarzda hadislerin Kur’an’a arzedilmeden kabul edilmemesi gerektiğini söyleyen Batınî hareket; temelde Bahaîlikten, Kadiyanîlik’ten ve İsmailîlikten beslenmektedir. Son yıllarda gittikçe şirretleşen Kur’aniyyun hareketi; Bahaîlik ve Yahudilik hesabına Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetini çürütmeye ve anlamsız kılmaya çalışıyor. Kader, kabir azabı, şefaat, cennet ve cehennemin nimet ve azabının gerçek değil manevî olduğunu, söyleme tamamen Yahudilikten, Mani dininden (*) ve Berahime’nin akidesinde esinlenerek hadis inkârı projesi üzerinde İslamî ilimler alanına sıkıştırılmak istenen Neo zendeka düşüncesidir. Ümmetin buna karşı bütün gayreti ve himmetiyle uyanık olması; ilim ve hikmetle donanıp savaşını başlatması gerekir. Modern Kur’an yorumculuğunun “nass”ları küçümseyici ve “yorum”a aşırı değer atfeden davranışının burada Zendeka ile benzerliğine dikkat etmemiz gerekiyor. Zendeka, Tefsir ilmini birkaç ilke ve kaidesine riayet ediyormuş gibi görünürken, aslında “nass”ı ikinci dereceye iterek “nass”a “akl”ın ve “heva”nın ne dediğini öne çıkarır. Bunu da Kur’an’ın literal yorumunun yanlış ve evrensel olmaktan uzak olması diye süslerler. Onlara göre, Kur’an’ın asıl evrenselliği onun “müteşabih” oluşunda gizli imiş” Bu sözler adeta Zendeka yorumculuğunu bize hatırlatmaktadır. Bu fakir inşallah bu beyan ve hüccet ikamesi cihadında bir nebze de olsa zayıf ilmime ve eksikliğine rağmen bu meyanda lutf-u ilahiden bana da ikramda bulunmasını dileyerek; sizleri, fani satırlarım ve inşaallah bakî olan hakkın güneş gibi ışıldayan Kur’an’ın hikmetleriyle baş başa bırakıyorum. Gayret bizden Tevfik Allah’tandır.

(*) Mani dini, (d.16 Nisan 210) MS. İran’da III. yüzyılda Pers İmparatoru I. Şapur (M. 242–273) zamanında ortaya çıkmıştır. İnançlarında Yahudiliğe benzer ögeler vardır. Her gün suyla abdest alırlar ve her şeylerini yemeden önce suyla yıkarlardı. Farisîler onlara “tefsir”i (yorumu) kabul edip ‘nassları reddedenler’ anlamında “zandik” derlerdi. Kendi ellerinin emeğini yerler ve Mani dinine mensup müridlerin her biri kendilerine ayrılmış olan bahçede çalışmak zorundadır. Yahudiler gibi “Sebt günü”nü kutsarlar ve onda haram kılınana uyarlardı. Önceleri Zerdüşt’ün Avesta adlı kitabına bağlıyken sonraları onun tefsiri olan Zend isimli yorumuna sarıldılar.