Hüseyin Hatemi’nin “Temel Kaynaklardan Yararlanmada Yöntem” Kitabındaki Bazı Düşünceler Hakkında

MEHMET EMİN AKIN

HÜSEYİN HATEMÎ’NİN “TEMEL KAYNAKLARDAN YARARLANMADA YÖNTEM” ADLI KİTABINDAKİ BAZI DÜŞÜNCLERİ HAKKINDA
2

Allah’ın adıyla!.. O’na sığınır, O’ndan korunmayı diler ve affına sığınırız. Bu yazımızda Prof. Dr. Hüseyin Hatemî’nin “Temel Kaynaklardan Yararlanmada Yöntem” adlı kitabında gördüğümüz bazı noktalara işaret etmeye, Hatemi’nin bazı fikirlerini tanımaya çalışacağız Genel anlamda “İslami Nasihat” çerçevesinde ele alacağımız konularda birkaç söz söylemekle kendimizi mükellef sayıyoruz. “Yöntem” düşüncesinden önce, bilmek demiyorum sadece; “amel” etmemiz gerekli olan bir husus var, o da, “emanet”e riayet etmek ve ümmet adına fikir beyanında temkinli olmak. Ümmet derken; “ilahi emanet”e ihanet durumunda olanları kast etmiyoruz. Pratikte “yöntem” düşüncesi; Kur’an, Sahih Hadisler ve içine aldığı ilimlerle, sahabe ve onlardan sonra gelen müctehid imamların görüşlerini bilmekle daha sıhhatli olarak anlatılabilir. İslami eleştiri usulünde, her ictihad (Kur’an ve Sünnet)’e irca edilir. Diğer bütün kaideler bunu üzerine bina olmuştur. Kur’an ve Sünnet’i anlamanın gerçek yolu; âlim sahabilerin anlama ve kavrama “yöntemiyle” olacaktır. Nassların ifade ettikleri “mana”, “hüküm” ve “delâletleri”; Kur’an’ın inmiş olduğu çağın dilinin ve anlayışının dışında ele alarak açıklamaya zorlamak, çeşitli yorumların doğmasına. sebep olmuştur. Ümidimiz odur ki, sayın Hatemi’nin çalışmasına başlarken böyle bir niyet taşımış olmasıdır. Hatemi’nin kitabında bir hadis, kitabın konusunun ağırlık merkezini teşkil etmekte. Bir okuyucu olarak, “Hadis”lerle amel etmenin “yöntem”ini ve hangi rivayetle, sahih Hadis ve Sünnet nasıl oluşmuştur, bunu da dile getirmesini isterdik Hatemi’den. Kitabında daha çok, cedelci bir tavır takınmakta; “Hadis Külliyatları” diye söz ettiği kaynakların ehline müracaat ederek bir nebze de olsa tanıtımına gitmiyor. Kur’an’a uyan hadislerin kabulü tezine gelince; bu, öyle kolayca ve acelec geçiştirme ile izah edilecek bir konu değildir. Kur’an’a, neyin uyup uymadığının “yöntem”ini, sahabe uygulamış mı uygulamamış mı? İşe buradan başlayıp yola çıkmak gerekir. Sahabenin Kur’an anlayışları ve Hadis ahkâmının doğmasındaki ictihadları göz önüne alınmadan yola çıkılarak kurulmaya çalışılan bir tez, çok zayıf ve ilmi değeri de tartışma konusu olacaktır. Üstelik Hatemi sahabeyi suçlarken, rivayet ettiği uydurma hadise sahi bir hadismiş gibi itibar ederek konuşuyor. İslami fıkıh mezheplerinden bazıları, Kur’an’a uysa da rivayet halkasının ucundaki sahabiyi “istenmeyen adam” ilan etmişlerse, bu hadisin kabul yöntemi nasıl olacak? “Hadis” usulünde; rivayetleri kabul görmeyen ne kadar kişi varsa, bunların adlarının karıştığı isnad halkalarını tanımadan, “yalancıların” “bid’at ehli” ve “mezhepçilik taassubu” içinde olan insanların rivayetleri, Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) ulaşmasa bile, sıhhatleri nasıl göz ardı edilir de, Kur’an’a uyuyor diye kabul edi(sallallahu aleyhi ve sellem)lebilir? Bu anlayış ve mantık, Kur’anî olmadığı gibi İslami de değildir. Hatemî’nin savunduğu masumlar mezhebinde, acaba bütün hadisler Kur’an’ın süzgecinden mi geçirilerek bize gelmektedir? Kur’an’la hadisin sağlamasını yapmak; adeta Kur’an’ı bir şablon ve hadisleri de bu şablona uyan veya uymayan maddi şeyler hükmüne koymaktır. Kur’an gibi bir kitapta Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem)dinin aslı ve esası bildirildiği halde, bir sözün ona ait olup olmayacağı veya sahih olup olmayacağına dair neden bir tek ayet-i kerime zikredilmez? Mademki bu, dinde ve haberlerin tasdiki hususunda olmazsa olmaz bir yöntemdir; bunu neden Rasulullah bizlere öğretmeden gitti? Ve özellikle de biz bu uydurma kaideyi Hatemî’nin mezhebine uyguladığımız zaman, onun mezhebinden ne kadar çok şeyin Kur’an’a aykırı olduğunu görülecektir. Buna itiraz ettiğiniz zaman ise, batınî
3
te’villerle önünüz kesilir ve işin içine masumların rivayetleri gündeme getirilir. Peki, Hatemi’ye soruyoruz; Kur’an bir sözün hadis olup olmayacağını onun Muhammed’in ağzından çıkıp çıkmayacağını bize nasıl söylermiş. Ya da Muhammed söylerse ancak şöyle sözler edebilir diye bir ayet veya kaide zikreder mi? Ya da Kur’an’a uygun olan bir uydurma hadisin veya sözün de uydurma olup olmadığını Kur’an’a arzederek nasıl öğrenebiliriz? Mesela Kur’an’ bize bir hadisin ravilerin kim olduklarını söylüyor mu? Kur’an bir hadisi nakledenlerin kimlerden ve ne şekilde hadis alıp almadıklarını da söylüyor mu? Ya da bu ravilerin hangisinin hangi zamanda hıfzında bir sorun olup olmadığını da haber veriyor mu? Kur’an hadislerin illetlerini zikreder mi? Hatemî sahabeye de hakaret ederek ilk yozlaşmayı onların başlattıklarını ima edercesine konuşurken, aslında bunun ardında teşeyyu’ ve Şiîliğin propagnadasını yapmaktaydı. Bir modernistin veya bir müsteşrikin sahabeyi eleştirmesi ve onların adaletine dil uzatmasını anlamamız mümkündür. Ancak teşeyyu’ mezhebinin gizli propagandasını yaptığı halde bunu sahabeyi karalama üzerinden yapması

Hatemî aslı uydurma hadis olan bu meseleyi Türkiye’de gündeme getirirken amaçladığı şey; Ehl-i Sünnet âlimlerinin hadisleri hakkında şüpheler üretmekti. Ama bu hadisi kendisinden naklettiği eş-Şehristanî’nin bu hadisi nereden aldığını ise araştırmak aklına gelmiyor. Uydurma hadis nakledenleri Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kınamıştır. Bir hadisin uydurma olduğunu bilerek rivayet eden de cehennemdeki yerine hazırlanmalıdır. eş-Şehristanî’nin rivayet ettiği hadisin kendisi Kur’an’a aykırıdır. Üstelik Allah’ın Rasulü’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bir hadis zayıf bir yolla bile rivayet edilmemiştir. Müslümanlara yöntem öğretmeye kalkışan Hatemî; önce ilimde dürüst ve sağlıklı olanı bilme ve sonra da bunun aksinin hükmünü öğrenmeliydi sonra da bu uydurma hadisten yöntem ve hikmetler çıkarmalıydı.

Kur’an’a muvafık söylenen sözlerin, “Hadis” olduğunun usulen doğrulanması için ravilerde aranan “adalet” “sika” “Müslim” “zabt” “akil baliğ” gibi sıfatların en az ricalinde de bulunması gerektiği gibi, hadis metninde illetlerden ve “şuzûz”den de hali olması elzemdir. Eğer bunun ehemmiyetini hafife alırsak, birçok “zındık” “kezzâb” ve “hadis uydurucu” “Kaderiyye” “Harici” ve “Cebriyye”nin rivayetlerinin kabul edilmesi tezi de kendiliğinden oluşur. Dolayısıyla bununla, bazı çevreler, mezhepleri dairelerinde bulunan bazı mecruh zevatı hevalarına göre kurtarmak isteyebilirler. Üçüncü bir afet de; yeni bir hadis uydurma furyası ortaya çıkabilir. En azından hadisler karşısında zihinler yeniden bulandırılacak ve önü alınmaz bir kargaşaya sebebiyet verilecektir. Öte yandan şuna değinmek istiyoruz; Hatemi’nin “sahih hadis” keşfetme (tabiri caiz görülürse) “yöntem”ini yani Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) adına yalan söyleme usulünü ümmet uleması uygulamamış mıdır? İnsan, Hatemi’nin kitabında net bir şey göremiyor. Zira kâh isnad’dan bahsediyor, kâh ravilerden, ama yine de temel tema Kur’an’a hadisleri doğrulatma metodu. Buna benzer soruları daha da artırabiliriz. Sayın Hatemi diyorlar ki (s. 10,11); “Hadis külliyatlarına Kur’an-ı Kerim gibi dokunulmazlık tanımak” diye tanımladığı endişesinin bir anlamı yok. Ümmet ulemasının tavrı bunun en güzel cevabıdır. Aksine “en sahih isnad” zinciri ve amel edilmesi makbul olan hadisler hakkında yapılmış çalışmaları tanımadan böyle bir tez savunmak, emanet açısından biraz geçiştirilecek gibi bir şey olmasa gerek. Çünkü önce neyin Hadis olup olmadığını ümmetin (Allah onlardan razı olsun) adil, sadık ve dirayet ehli olan âlimlerinin, daha da ötesinde sahabenin (r.anhum) çalışmalarını gözden geçirmeden karara bağlamak mümkün değildir. O halde; madem biz buna muhtacız ve bunu bilemeden herhangi bir söze “Hadis” diyemeyiz, öyleyse bu sorunu halletmeden yola
4
çıkmak doğru değildir. Birkaç sahabenin bu yolu tuttuğunu bilmiyoruz. Bilsek bile bu, yine “Hadis”in kabul edilme şartları içerisinde olacaktır. Bunlar ve benzeri çalışmalar, yani zayıf ve “mevzu” bir hadisi Kur’an’a muvafık olduğu için kabul etmek, Hadis’ten önce Kur’an-ı Kerim’in “ismet”ine ve “dokunulmazlığı”na el uzatmaktır. Bu tezi savunan kardeşlerimizin bunu da akıllarına yerleştirmeleri, âcizane bir nasihatimizdir. Aksi takdirde tüm hadis uyduranların vebalini imamlara yüklemek gibi bir düşünce ortaya çıkar. Hadis İmamları “sika”dırlar. Bile bile yalan rivayeti kitaplarına derc etmezler. Ancak, bir yönüyle isnadlarında mechul veya sonradan “mecruh” veya kişiler ola. Ne sahabi ne de imamlar, hatadan “masum” durlar.. Eğer imamlar masum ise, Hadise gerek kalmaz. Aksine, onların ictihadlarıyla amel etmek yetmiş olur. Bu da, Allah’ın Rasulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) risaletinde şektir, bir başka anlamıyla Sünneti ortadan kaldırmadır. O halde, Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) emanetine ve bu emaneti bize ulaştırmada çok büyük emeği geçmiş olan İmamlarımız hakkında hüsn-ü zann edeceğiz. Şunu da bilelim ki, Ümmet hiçbir zaman içlerinde bir yalancı veya sahtekâra “İmam” ismini vermemiştir. Halife ve Sultanlardan bu sevilmez isimlere layık olanlar olabilir, ama asla bir “kezzab” İmam ismini almaya, ümmetin nezdinde hak kazanmamıştır. Eğer öyle olsaydı, sayıları on bini bulan mecruh, yalancı raviler imam olarak anılırlardı. “Yöntem” adına büyük bir yanılgı sergilemiş olmak, Allah, Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve mü’minler önünde yarın bize yükleyeceği sorumluluğumuzu düşünmemektir. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Kim benim üzerime[adıma] bilerek yalan söylerse, ateşteki [cehennemdeki] yerine kurulsun” demiştir.

Bu hadisi şerifi, yüzden fazla sahabi rivayet etmiştir. Sahabenin en barizleri Ali, Ebu Hureyre, İbn Mesud da bunu, Allah Rasulü’den (sallallahu aleyhi ve sellem) duyanlardır. Muteber hadis kitaplarının hepsinde nakledilmiştir.

Şimdi Hatemi’nin el-Kafî’den alarak sözünü ettiği “Kitabullah’a uygun rivayeti alın, uygun olmayanı atın” hadisinin ricalini İmamiye’nin rical kaynaklarıyla karşılaştırma imkânı olmadı. Kur’an’a, Hadis tasdik ettirmenin, yukarıda kısa bir girişini yaptık. Ne yazık ki, esefle söylemek istiyorum, bu tezi savunan insanlar; bugüne kadar “Kur’an’a göre sahih diye bir Hadis kitabı da tedvin edememişlerdir.” Ben bilmemiş olabilirim, ama benim bilmemem de yine bahis mevzuu olan bir davayı haklı çıkarmaz. Böyle bir “sahih”le karşılaştığımızda Kur’an’la uyuşmadığı veya olmadığı halde doğru gösterilecek hadislerin doğruluğuna ikinci bir tashih usulünü nereden bulacağız? Kur’an’da varid olmayan birçok hususu, hükmü ve ölçüleri, birim, değer ve cezaları nereye koymalıyız? Sanıyorum, bu konuda biraz daha açık, ve sağlam mesnedli konuşmak zorundayız. Hatemi, sözlerinin çoğunda hüküm mahiyetinde kesinlik arz eden ifadeler kullanmakta. Mesela; “Bu külliyatta yer alan her sözü, aynen orada zaptedildiği gibi, Rasul-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sözü sayarlar” ifadesi buna dâhildir. Kim bunlar? Açıklamıyor. Biz bunu böyle sanmadan “Buhari’nin ve Müslim”in cem ettikleri hadisler hakkında aynı ilmi kanaat ve karara varmışlardı. Zira kabul kararı, ümmetin âlimleri tarafından verilmiştir. Bilmeyenler bunda söz sahibi değildir. “Sened ve isnad” bakımından tartışılacak rivayetler elbette vardır, olmuştur nihayet. Bunu, sonradan gelen Hadis ehli açıklayıp beyan etmiştir.

5
el-Hakim et-Tirmizî el-Müstedrek’i, Buhari ve Müslim’i “sened” ve “isnad” bakımından “âli”sini bulmayı amaçlayarak te’lif etmiştir. Diğer bir deyişle; idrak edemedikleri hadisleri aynı isnad veya değişik yollarla derlemiştir. Hadiste itibar ehlince, avamın dilinde ve sokaklarda dolaşan kanaatlar hiçbir zaman muteber olmamıştır. O halde, bu sözümüzü doğrulamak için önce İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ca’fer, Buhari ve Müslim’i sorguya çekmemiz lazım ki, mantığımızın kaidesine otursun. Kesinle inanıyorum ki Ümmetin İmamları, , bizden daha çok “Hadis”e hizmet etmişler ve bunu imanlarının gereği olarak yapmışlardır. İmamların (Allah’ın selamı ve rahmeti onların üzerine olsun) kişilikleri hakkında “masumiyet” izafesinde bulunan kardeşlerimizin Kur’an’da olmadığı halde, bu fikirlerinin kaynağı nedir, bunu hiç düşündük mü acaba? “el-Ğaybetü’l-Kübra” meselesi, Kur’an veya Sünnet’te bahsedilmiş mi? Bütün bunlar çözülmeden “Recm” hadisesini gündeme getirmek, insanda bazılarının niyetlerini düşünmeye sevk ediyor. Gerçi Sayın Hatemî de bu fikirlerimizin belki bir kısmını kabul ediyor olabilir. Sayın Hatemi; “Dünyanıza ait şeyleri, siz benden daha iyi bilirsiniz” hadisinden bahsederken, bu hadisi İslam’ın ilk dönemlerinde büyük bir ustalıkla İslam Düşüncesine yerleştirilmiş dinamit fitilleri…”olarak görmektedir. (s. 12) diyor. Bu hadisi; Müslim, Aişe’den (r.anha) rivayet eder. (Sahih: 4/1864) Bu sözleri aynen naklediyoruz. Hatemi, bize ilmi olarak hadisi tanıtması gerektiği yerde, hedef aldığı rivayetin üstüne saldırır gibi konuşuyor. Bunun karşılığında bir te’vili olsa gerek. Bunu inkâr ederken ve de bu olaya şahid olmuş sahabeyi kendine acımasızca hedef alırken; Hatemi’nin Bedir kuyularını kapatma, Hz. Aişe’nin (r.anha) gerdanlığının kaybolması gibi bir çok örnek varken, böyle düşünmesine insan bir anlam veremiyor. Allah kitabında şu ayetleri indirdi: “Size yanımda Allah’ın hazineleri vardır ve ğaybı[biliyor]um demiyorum, de [Ey Muhammed). (En’am: 5/50) Pekâlâ; “[Bu], işte onlarla müşavere et” emrinin delâletini nasıl anlayacağız? Hâşâ, bunu söylerken Allah Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) cehalet nisbet ediyor veya insanların bildiğini Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bilmesine imkân yoktur demek istemiyoruz. Nasıl ki, Allah’ın ilmiyle O’nun Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ilmini denk saymak küfürse, Allah Rasulü’nün de (sallallahu aleyhi ve sellem) dünya işlerinden bir işi bilme imkânını reddetmek de öyledir. Hatemi, hemen şu cümleyi serdediyor ve İslam’daki kargaşanın sebebini tesbit ediyor. Diyor ki; “Böylece kıstaslar ve yöntemli düşünce alt-üst edilmiş ve özlenen kargaşa sağlanmıştır.”(?!) Önce Hatemi’ye şunu sormak gerekiyor; “İslam’ın ilk dönemleri dediği döneme, sahabe devri de girer, bunu iyice belirtmemekle ilmi tarafsızlığa gölge düşürmüştür.” Bu, bir. İkincisi: Bahsettiği kıstaslar nedir? Üçüncüsü: “Yöntemli düşünce” dediği düşünme tarzını; hangi sahabi Allah Rasulü’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra uyguladı. Yani, Kur’an’a hadis doğrulatmayı..Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra uygulandı mı? İfadeler bu anlamı hatırlatıyor gibi. Ama bunun kesin delilleri nerede? Dördüncü Olarak: Bu kargaşayı özleyen kimdi? Ben-i Ümeyye mi, Haşimilerin rakipleri mi, sahabelerden bazıları mı, yoksa dışarıdan İslam’ı parçalamak isteyen Allah düşmanları mı veya Huzeyfe’nin (ra) bildiği münafıklar mı? Gördüğünüz gibi. Hatemi, bunların hepsini bir muğlâklık havası içinde zikrediyor ve esas “düşünce ve inanç” kargaşasına kimlerin sebep olduğunu, sanki bilerek gaflette bulunuyor. Aslında bu düşünce ve tavırların geleneksel, tarihi, fikri bir arka plana dayandığını görüyoruz.
6
Öyle sanıyorum ki, bu, gelecekteki kargaşa için sadece “Mukaddeme” babında bir şey olmak anlamını taşıyor. Umarız yanılmış olalım. Bundan daha garibi, şu verdiği hükümde esasen Resul-i Ekrem’de; (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kitabullah’a uygun olan ile amel edin, aykırı olanı atın” buyurmuştur diyor. (s. 13) -Usul-i Kafî, el-Ahzu bi’s-Sunne ve Şevahidi’l-Kitab, Bab: 1’den naklen- dedikten sonra, bu hadise “mevzu” demek, en basit akla uygun düşünme ilkelerini bile reddederek, Hikmet’i, Fıkhı, İrfan’ı alt-üst etmek veya edilmesine göz yummak demektir deyip hiçbir tartışma kapısı açık bırakmadan, kadr-i âli birçok imamı da karşısına alarak, benim bildiğim doğrudur dercesine arz-ı endam ediyor. Sonra Ehl-i Sünnet ve İmamiye’den hangi İmam bile bile Kur’an’a muhalif olan bir şeyle amele cevaz vermişlerdir veya verebilirler? Bu, kökten reddedilmesi gereken batıl bir iddiadır. Çünkü Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti de, Kur’an çerçevesindedir. Sahih Sünnet ve bu kavram içinde olanla amel edileceği artık inkâr edilmez bir kaide halini almıştır. Mevzu, zayıf, bazı mürsel, münker ve şaz vb. rivayetleri ayıkladığımız zaman önümüzde hangi amelin Kur’an’a uyup uymadığını anlamamızın yolu açılmış demektir. Ümmetin uleması, “batıl üzerinde asla icma etmeyecektir.” Birazdan göreceğimiz gibi, Hatemi’nin kimleri “en basit akıldan ve düşünme ilkelerinden” mahrum bıraktığını göreceğiz. Sayın Hatemi, muarızlarını böyle bir çırpıda hemen “en basit akıldan” yoksun etme yöntemlerini biliyorsa, bunun da yönteminin ne olduğunu açıklasa, herhalde bundan yararlanan olur. Hatemi’nin naklettikleri; Hadis ve ricali hakkında çoksa, ilmi olduğu iddiasında olmadığımız bir çalışma yaptık. Beraberce tanıyalım bu Hadis ravisini. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ahir zamanda zuhur edecek olan bir taifeye işaret ederler. Bunu bize rivayet eden muhtelif hadisler var. Cabir (ra) yoluyla gelen bir hadisi, Kitabı Camiu Beyani’l-İlim’de zikrediyor, İmam İbn Abdilber (rh.a). 1) Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem): “Nerdeyse [hemen hemen] biriniz [çıkıp] işte bu, Allah’ın kitabıdır, içinde hangi helal varsa onu helal, hangi haram da varsa onu haram kılarız [diyecekler]. Bilin ki, kime benden bir hadis ulaşır da, onu yalanlarsa [o] Allah Rasulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve [bu] hadisle konuşanı yalanlamıştır.”1 2) Hadis’in İbnu’l-Münkedir yoluyla mürsel olarak rivayeti: “Sakın sizden birisi koltuğuna yaslanmış [olarak] kendisine buyurduğumu ve nehyettiğim emirlerimden biri geldiğinde; bilmem Allah’ın kitabında neyi bulduysak ona uyarız demesin.”2 3) Yine aynı manada, Ebu Rafi (ra) ve el-Mikdam İbn Ma’di Kerb’den de iki rivayet bulunmaktadır. Burada şunu hatırlatmak isterim. Allah ve Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) iman etmiş her mü’min, Kur’an’da İslam’ın külli kaidelerinin olduğuna kati inanmak zozrundadır.. Bu sadece İmamların belirleyeceği bir husus olmasa gerek. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine inen “Kitab”ı insanlara “beyan” etmekle mükelleftir. Ve bir görevi de “tebyin”dir. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında, Allah’ın ve kendisinin hükmü ne ise biz ona razı olduk. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ğaybı bildiğini iddia etmemiştir. Kendisine bildirilen ğaybî hadiseler; ancak vahyin bir nevi olarak haber verilmiştir. Bedir esirleri hakkındaki muamele, Abese Suresi’nde geçen vakıa bunun bir örneğidir. Kehf Suresi’nde vahyin gecikmesi, ayrıca kayda değer. Herhangi bir dünyevi işte, Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına danışması, asla O’nun (sallallahu aleyhi
1 İbn Abdilberr; Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi: c. 2/189 2 İbn Abdilberr; Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi: c. 2, s. 189
7
ve sellem) risalet ve nübüvvet sıfatlarına gölge düşürmez. Belki buradaki hikmet; öğreticiliği ve hikmetini sergilemektir. Allah, emrine Rasulü’nü ortak koşmadığını öğretiyor mü’minlere. “Tevhid” inancının bir esasını bildirmiş olmakla, hikmetine uygun olanı yapmıştır. Her şeyin ilminin Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirilmesi risaletin iktizası değildir. Allah’ın Rasulleri (sallallahu aleyhi ve sellem), felsefi bir yolla, Farabi’nin dediği gibi, vahyi elde etmezler. Elbetteki Allah’ın elçileri selim aklın hilafına davranmayacaklar ve Allah’ın koruması altında olacaklardır. Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) inen ayetlerin bir kısmı, Rabbani bir tercih içerirler. Gelelim Hatemi’nin söz konusu hadisin mevzu olduğunu söyleyenlere yönelttiği ağır ittihama. Eğer dediğinin aksi doğruysa, kendisi gibi düşünmeye başlayanların vebali kimin omzuna yüklenecektir? Doğrusu Hatemi’yi, çok ağır bir yükün altına girmekte haklı bulalım. Zira hak, hepimizin lehinedir. “Yöntem”cilik demek; insaf ölçülerini bir kenara bırakmak değildir. Zaten adilane yapılmayan hiçbir eleştirinin kıymet-i hükmüyesi yoktur. “Kişinin iştir ayinesi, lafa bakılmaz.” Gelenekçilerden söz ederkeen kitabın sahibi. diyor ki; “Gelenekçiler, Kur’an-ı Kerim’in temel ilkeleri ile sahteyi gerçekten ayırma faaliyetine girişmeye bir türlü razı olmadıklarından bu uydurmalara sıkı sıkıya sarılmakta ve karşı tarafın hücumlarına ancak sövgüyle[(!)] cevap verebildiklerini sanmaktadırlar.” (s. 13,14). Sayın Hatemi’nin dediğini, ümmetin celil kadir sahibi olan âlimleri yapmışlar ve yüzlerinin akıyla, tarihin ve ümmetin huzurunda eserleriyle isbat-ı vücud etmişlerdir. Bu çaba ve eserleri gördüğümüz zaman gelenekçilik denen alanın, cahil zümreler ve taifelerle bazı münharif tarikat ehlinin yöntemleri değil, Ehl-i Sünnet ulemasının yolu olduğu anlaşılır. Onlar değilse, Hatemi’nin bunları açıklaması lazım. Eğer bundan kasdı bu değilse, sözüne bir diyeceğimiz yok. Zira bütün İslami fırkalarda sapmalar olmuştur.

4) Hatemi’nin kitabında söz konusu ettiği ve ne ravisini ne de sıhhat derecesini zikretmediği hadis hakkında bazı tesbitler yaptık. Muhaddis İmam, Abdurrahman İbn Mehdî (rh.a); “Kur’an’a hadisleri arz etmeyi, zındıkların ve Haricilerin ihdas ettiğini söyler.”3 Söz konusu Hadis: “Benden size geleni Allah’ın kitabına arz edin [karşılaştırın] eğer Allah’ın kitabına uyarsa, ben onu demişimdir. Eğer Allah’ın kitabına muhalefet ediyor [uymuyor] ise, ben onu dememişimdir. Ben, ancak Allah’ın kitabına muvafık [olanı söylemişim]dir. Onunla, Allah beni hidayete erdirdi.”4

İbn Abdilberr (rh.a) devamla, ilim ehlinin bu hadis hakkında şu görüşlerini naklediyor: “Bu sözlerden hiç birisinin Allah’ın Rasulü’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayeti sahih değildir. Bazı ehl-i ilim, biz bu hadisi Allah’ın kitabıyla karşılaştırıyoruz ve buna da itimadımız [tam] vardır.” Fakat bu hadisi, Allah’ın kitabıyla karşılaştırdığımız zaman, onun Kur’an’a uymadığını görüyoruz. Çünkü biz, Allah’ın kitabında, Allah’ın kitabına uymadıkça, Allah’ın
 Sayın okuyucunun bu kelimeye dikkatlerini çekmek isterim. Hatemî, burada söz konusu ettiği kimselerin veya taifenin Şia olduğunu açıklamıyor fakat saldırdığı tarafın okuyucu tarafından bilinmesini de istemiyor değil. 3 İbn Abdilberr; Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi: c. 2/190,191 4 İbn Abdilberr; Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi: c. 2/191
8
Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis[ler]ini kabul etmeyiniz diye bir Nass’a rastlamadık. “Bilakis, Allah’ın kitabını, Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) uymamızı ve O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmemizi emredip, emrine muhalefet etmememizi mücmel olarak yasakladığını gördük.”5 Eğer biz Sünnet ilmini bunca zenginlinden yoksun bırakırsak, Kur’an’ın karşısına müfessir olarak aklımızı çıkaracağız demektir. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bizi, içinde bulunduğumuz zamanın sonu denen çağda, karşılaşacağımız durumlardan haberdar ediyor. Şayet bu rivayet doğruysa, Allah’ın Rasulü’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu te’yid edici başka rivayetlerin de olması ihtimali vardır. Mesela; Ahir zamanda ümmetimden bazıları size, sözlerimin Kur’an’a uyup uymadığını söyleyip sözlerimi Kur’an’a arz ettiğinizde, size şiddetlice muazara edeceklerdir diye Allah Rasulü’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis var mıdır? Ama Hatemi’nin iddia ettiğinin bizzat aksinin doğru olduğunu bize aktaran rivayetler var. Bu insanların ve ravilerin yalanlandığını geçmiş asırların âlimleri bize söylemedikçe, bunun dışındaki iddialar fazla bir kıymet ifade etmeyecektir. Çünkü bize kaynaklık edecek yine bu âlimlerin eserleridir. 5) Mezkûr Hadisin birden çok rivayetleri bulunmakta, biz içinde zayıf ravilerin (İbn Lehiy’a gibi) bulunduğu rivayetleri almadık. Zira karşımızda diğeri bununla elinde hüccet bulundurabilir. Hâlbuki her zayıf hadis de mevzu değildir. Bunu da göz önüne alarak kuvvetli bulduğumuz rivayeti, İbn Abdilberr’den nakletmek istiyoruz. Ukbe İbn Amir (ra), Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivayet ediyor; “Ümmetim için en çok iki şeyden korkarım; [biri]Kur’an ve [di diğeri de]Süt.” [Sağmalcılık, hayvancılık, ziraatçilik ve mal sevgisini kastediyor]. Kur’an’a gelince; münafıklar, mü’minlerle cidal etmek için, onu öğrenirler. Süt ise [onun için] çiftliklere kapanırlar, şehvetlerine uyup namazları terk ederler.”6 Mü’minin görevi, Kur’an’ı amel etmek için öğrenmek ve onun hâkimiyeti uğrunda çalışmaktır. Bilemeyeceğimiz ve bizden bir hikmet gereği olarak mechul kalanı, yani bize ulaşamamış ve kaybolmuş hadis ve Sünnet’ten Allah bizi hesaba çekmeyecektir. Hatemi, kitabının diğer bir yerinde “ilimde rüsuh” sahiplerinden söz ediyor. (s. 31,32) ve Ayetullah Şehristani’den yaptığı bir nakille, sözünü teyid etmek istiyor. “Îlimde rüsuh sahibi olanlardan başkası bilmez” anlamında okuyabileceğimizi söylüyor. (Al-i İmran: 3/7) ayetini Hatemi; “ve Ayetullah Şehristani böyle anlamaktadır” diyor. (s. 32) Ama acaba bu ayetteki Arapça nahiv kaidelerine uygun bir okuma mıdır, değil midir, bunun cevabı verilmeli. Nassların, zahirine muhalif anlamda zorlanarak başka anlam kalıplarına sokulması caiz değildir. Gerçekte ayetin sonu yani “vav”dan sonra gelen cümlesi, temel cümleye matuf değildir. Öyle olsaydı, ayet; ilimde “rüsuh sahibi” olanlarda biterdi. Ayetin devamı; ilim sahiplerinin sözlerinin hikâyesidir. Allah burada; ilimde “rüsuh sahibi” olanları, müteşabihleri bilmede ortak kabul etmiyor. Aksine onların, kendinden gelen her şeyi kabul edip iman ettiklerini ve teslim olduklarını Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) bildiriyor. 6) İbn Hazm el-Endelusî, el-Ahkâm adlı kitabında, Hatemi’nin sahih diye naklettiği hadisin konusuyla ilgili özel bir “Fasıl” açmıştır. Bu fasla Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis nisbet etmekte Allah’tan korkmayan hakkında, unvanı koyar. İbn Hazm’ın Hadis, Fıkıh, Tefsir, Tarihu’l-Ensab ve emsali ilimlerde, kuvvetini ve dirayetini bilmeyen yoktur. Onun bu meziyetini dostu ve düşmanı birçok âlim itiraf etmiştir İbn Hazm, adı geçen “Fasıl”da hadisi bize rivayet eden kişiyi tanıtmakta. Hadisi rivayet eden, Hüseyin İbn Abdullah İbn Dumeyre İbn Ebi Dumeyre Said İbnu’l-Hımyeri
5 Nisa Suresi: 4/58,59 6 İbn Abdilberr; Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi: c. 2/193
9
el-Medenî, Ali İbn Ebi Talib’den rivayet etmekte. Bu zat ile Ali İbn Ebi Talip arasında, babası ve ceddi vardır. Hadisin metni şöyle: “[Benden sonra] insanlar gelecek, benden [hadisler] rivayet edip söyleyecekler. Kim size gelir, Kur’an’a benzer hadis söylerse onu ben söylemişimdir. Kim de size [gelir] Kur’an’a benzemeyen bir hadis söylerse, onu ben söylememişimdir. Bu, ancak [cehennem] ateşinden bir yudumdur.”7 İbn Hazm devamla; “el-Hüseyin İbn Abdullah “sakıt”dır, zındıklıkla ittiham olunmuştur” der. el-Isbı’ İbn Muhammed [Ebu Mansur] kendisine ulaşan bir rivayette, Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini nakleder.

“Benim hakkımda hadis [rivayeti] üç [haslet] üzeredir. Benden size hangi hadis ulaşır da Allah’ın Kitabı’yla bunu bilirseniz, o hadisi hemen kabul ediniz. Hangi hadis de benden size ulaşır da, onu Allah’ın Kitabı’nda [kendisiyle] inkâr edeceğiniz bir şey bulamazsanız ve yerini de bilemezseniz, onu [da] kabul edin. Ve [yine] hangi hadis, benden size ulaşır ve onu [dinlerken] derileriniz titriyor ve kalpleriniz ondan tiksiniyor ve de Kur’an’da hilafını buluyorsanız, [onu] kabul etmeyin[iz].”8

İbn Hazm, bu hadisin mürsel olduğunu, el-Isbı’ın ise, “meçhul” olduğunu söyler. Ama ne cihetle meçhulür, onu da açıklığa kavuşturmaz.” Bir diğer rivayette de; “el-Mühelleb İbn Ebi Sufra’nın yukarıdaki hadisi senediyle, Hasan İbn Ali İbn Ebi Talib’ten rivayet ettiği aynı anlamı içeren başka bir hadis nakletmekte. Lakin bu hadis de “mürsel”dir. Hadisin isnadında Amr İbn Ebî Amr vardır ve o da zayıftır. Ayrıca aynı “sened” de meçhul bir diğer ravi vardır. Dolayısıyla, “sened”te biri zayıf diğeri meçhul iki ravi bulunmaktadır.”9 “Kimse beni [muaheze edecek bir şey de] rivayet edemez” hadisi de yine “mürsel”dir, sahih olması güçtür. Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği söylenen hadiste: “Benden size, gerçeğe uygun bir şey söylenirse, onu ben söylemiş olsam da, söylememiş olsam da [onunla amel edin] tutun.” diye buyurulur. Senedinde, Eş’as İbn Beraz vardır. “Sakıt”tır, hadisi “münker”dir.10 7) Yine Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği söylenen hadiste: “Size benim söylediğim güzel bir söz gelirse, onu ben söylemişimdir.” Hadisin senedinde, el-Haris İbn Nebhan ve Muhammed İbn Abdullah el-Azremî vardır. İkisi de zayıftır. Abdullah İbn Said ise, “meşhur” “kezzab”tır. İbn Hazm; “İşte [bu], Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) açıkça yalan nisbet etmedir”11 diyor. İbn Hazm, bu sözlerin eleştirisinde: “Bu fasid sözün sahibine sorarız; hangi Kur’an’da [ayette] öğlenin dört rekât, akşamın üç rekât, rükû’un, secdenin, namazda kıraat ve selamın nasıl olduğunu bulmuştur. Oruçta kaçınılması gereken şeylerin tafsilini, ayrıca altında ve gümüşte, koyun, deve,
7 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/205 8 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/205  Hakkında bir kayıt bulamadık. 9 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/206

10 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/206

11 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/207
10
inek (öküz vb.) de ne kadar zekât gerektiğini ve kaç adetten kaç tane alınacağını nereden bulup görmüştür.”12 Ve şunu açıklamak zaruretini duyuyor İmam İbn Hazm: “Kim ki, Kur’an’da bulduğumuzdan başkasını kabul etmeyiz derse; ümmetin ‘icmaı’ ile ‘kâfir’ olmuştur”13 diye fetva veriyor. Sünnet, yani daha özel anlamda hadis; Kur’an’ı tefsir etmiştir; “mübhem”ini tefhim, “mutlak”ını takyid, ve “mücmel”ini beyan etmiştir. Sayın Hatemi’nin de bunda aynı fikirlere sahip olduğuna inanıyorum. İbn Hazm’ın naklettiği gibi, “sadece Kur’an yeter” demek, İslam’ın tarihi içerisinde oluşmuş bütün ictihadları, gün gelip inkâr etme noktasına kadar vardırır sahiplerini. İşte siz o zaman görürsünüz İbn Sebe’nin oğullarının ne yaptığını!.. Bu, Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) risaletini inkar, İslam’ın düşmanlarının lehine dahilden savaşmaktır. Bunu düşünenler için, ne Kur’an’dan ne de Sünnnet’ten batıllarını destekleyici hiçbir işaret yoktur, hâşâ ki olsun! 8) Ebu Useyd ve Ebu Humeyd’in (ra) rivayet ettikleri sahih hadiste; “Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle konuşur:

“Benden bir hadis işitir de, onu kalpleriniz kabul eder ve ona karşı bedeninizdeki tüyler titrer ve derileriniz gevşer [yumuşar] ve onu size yakın görürseniz, ben o sözü kabule sizden daha yakınım. Ve eğer benden size gelen bir hadis duyar[da] kalpleriniz onu [nefretle] inkâr eder, tüyleriniz ve derileriniz ondan ürperirse, o sözü size uzak görürseniz, ben sizden daha çok ondan uzağım”14
der. 9)İmam Buhari ve İmam Malik de (rh.a); bu söz konusu “hadisin” ravisi olan Hüseyin İbn Adillah İbn Dumeyre’nin “kezzab” olduğunda “ittifak” etmişlerdir. Öyle ki, bir defasında İmam Malik’e (rh.a) “Burada; [Mescid-i Nebevî] şu mescide Allah Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yalan isnad edenler var, Hüseyin İbn Dumeyre de onlardan birisidir” diye cemaatine uyarıda duyurmuştur.15 10)Ahmed İbn Hanbel (rh.a); bir kez ondan söz edildiğini duyunca, ellerinin tozunu silker gibi yapıp, oturduğu meclisi terk etmiştir.”16 11)Bir gün İsmail İbn Uveys, Hüseyin İbn Dumeyre’den “Hadis” rivayeti dinlemeye gitmişti. Bu haber, İmam Malik’e ulaşır ulaşmaz, tam kırk gün İbn Uveys’i terk etmiş, onunla [gelip özür dileyinceye] kadar konuşmamıştı.17 12)İmam Ebu Zur’a, Ahmed İbn Abdurrahman en-Kurdî, Hüseyin İbn Dumeyre hakkında, “çok zayıftır” diye Zeyli’l Kaşif’te söz eder.18 13) el-Curcanî, el-Kamil’de İbn Dumeyre yoluyla gelen bazı hadisler nakleder. Fakat biz arzu eden okuyucularımızın, adı geçen kitaba başvurmalarını tavsiye ederek bu rivayetleri buraya almayacağız. Bu rivayetlerden birini örnek olarak veriyoruz: “Her zorluk [müşkil] şey haramdır. Dinde zorluk yoktur.” Bunu İbn Dumeyre, babasından o da, kendi babasından o da Temim ed-Darî’den rivayet eder.19 12 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/207 13 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/208 14 İbn Hazm el-Endelusî; el-İhkam Fi’l-Ahkâm: c. 2/208 15 el-İmam Muhammed Abdurrauf el-Minavî; Feyzu’l-Kadir, Şerh’u Camiu’s-Sağir: c. 1/282,283 16 el-Hafız Ebu Ca’fer Muhammed İbn Amr İbn Musa İbn Hammad el Ukaylî, Kitabu’t Duafa el-Kebir: c. 1/246 17 el-İmam er-Razî; el-Cerhu ve’t-Ta’dil: c. 3/357 18 el-Hafız Ebu Zur’a Ahmed İbn Abdurrahman el-Kurdî; Kitabu Zeyli’l Kaşif: s. 77 19 İbn Adiyy, Ebu Ahmed Abdullah el-Curcanî; el-Kamil Fî Duafa’ir Ricalî: c. 2/356,357
11
14)İbnu’l-Cevzî de, onun el-Fellas, en-Nesaî ve Ebu Hatem er-Razî’den “metruk” olduğunu nakleder. es-Sa’di ise, ondan rivayet etmenin lüzumsuz olduğunu söyler.20 15)Hakeza, Ebu Davud da, aynı şekilde İbn Dumeyre’yi “yalancı” olarak nitelendirir. İbn Main, ona sika değildir der. 21

II

Tekrar Hatemi’nin kitabında geçen birkaç noktaya daha işaret etmek istiyoruz. Yazar diyor ki; “Kur’an-ı Kerim’de dahi gerçek anlamda “nesh” yok iken, bir hadisi şerifle Kur’an ayeti neshedilemez.” (s. 51) Acaba daha çok hadis olsa “neshedilecek”mi Kur’an? Bu görüşe katılmak, elbetki doğru değildir. İnşaallah Hatemi, gerçek “nesh” dediği şeyden dolayı “Beda” meselesini bize iş’âr etmek istemiyordur. Beda, ile Nesh, birbiriyle uyuşmaz şeylerdir. Kur’an’da “nesh” olmadığını söylemek, zayıf bir görüş olsa gerek. Gidip bunu Kur’an’a sormakta, ona başvurmakta, Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatına bakmakta yarar vardır sanırım. Birgün birisi, Mutarrıf İbn Abdillah İbnu’ş-Şıhhıyr’a: “Konuşurken, bize ancak Kur’an’dan konuş!” dedi. İbnu’ş Şıhhıyr da; “Vallahi Kur’an’a bedel olacak bir şey istemiyoruz, ancak Kur’an’ı daha iyi bileni arıyoruz.” diye cevap verdi. Hassan İbn Atiye: “Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) vahiy gelirken Sünnet’le beraberinde geliyordu” der. Ahmed İbn Hanbel (ra): Kur’an’ın ancak Kur’an’la nesh olunacağına kaildir.22 İmam Şafii’de (ra) aynı görüştedir. Hatemi’nin Riyazü’s-Salihin’den olarak eleştirdiği hadislere gelince; (c. 2/670, c. 2/1368) özellikle Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği hadisleri seçmiş olması anlamlıdır. Sayın Hatemi, hadislerin ilmi tenkid ve araştırmasına bakmaksızın, hadislerin üzerine gitmemeliydi. Ebu Hureyre’ye (ra) yalan isnad etmek, hiç de değerli bir iş olmasa gerek. Ona böyle isnadda bulunmak, Buharî’nin ve Müslim’in hadislerini kökten inkâr demektir. Özellikle c. 2/1368 numaralı hadiste, Hatemi’nin aradığı anlamın tamamı olmamakla beraber, kendisi hadiste böyle bir anlam varmış havası vermek istiyor. Halbuki “köleliği temin eden” Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) değil, Ebu Hureyre’dir (ra). Bunu da “Miskin hadisiyle” aynı yorum içinde anlamak, hadisi tanımamak demek olduğunu, yakinî olanlar bilir. Diyor ki Hatemi; “Mesela; bu ustalıklı uydurmalardan birisi de, başkaları size tercih edildiği zamanlarda da yani milli gelir ne kadar gayr-i adilane dağılırsa dağılsın, söz dinleyecek ve itaat edeceksiniz” (durumu düzeltmeye kalkışmayacaksınız) hadisidir.” (s. 70) (*) 20 İbnu’l-Cevzî; Cemaleddin Ebu’l-Ferec Abdullah İbn Ali İbn Muhammed; Kitubu Duafai ve’l-Metrukin: c. 1/214 21 Ebu Davud, Kitabu Duafai ve’l-Metrukin: s. 82 22 İbn Abdilberr; Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlihi: (*) Hatemî, hadisi eksik ve yanlış naklettiği gibi istediği gibi bir anlamı hadise yüklemek için de tercümesini çarpıtıyor. Hatemî bu sözünde doğru ise, öncelikle iddia ettiği doğruyla kendisi amel etsin ve Türkiye adil olmayan gelir dağılımına karşı baş kaldırsın da görelim. Türkiye’de Ehl-i Sünnet ve’lCemaat akidesini ve hadis kaynaklarını aşağılamak için ilk propaganda ürünü olan Hatemî’nin bu kitabında ise, “Hums”un nasıl bir zulüm ve haksızlık olduğundan hiç söz edilmez. Uydurma rivayetlere el-Kafî’den söz etmeye yer bulan Hatemî ,bizi kendi akidemizi yıkmaya ve buna başkaldırıya çağırırken
12
Gerçekten hayret, bunu Turan Dursun söylemiyor. Bunu, İslam’ı savunan Prof. Dr. Hüseyin Hatemi söylüyor. İnsaf sahibi, hadisin gerçek tefsir ve yorumunu yanlış anlamamalı. Bu hadisi, Müslim, et-Tirmizi (Nikâh: 25), ed-Dârimî (Nikâh: 46) da; rivayet ederler. Riyazü’s-Salihin’in 1368 no’lu hadisinde, annesinden söz eden Ebu Hureyre’dir (ra). Zira, Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem)annesi daha çocukken ölmüşlerdi. Ğıybetin, türlerinin çok çeşitli olduğunu yeniden düşünmeniz çok yerinde olacaktır. Ama İmam Buharî’ye Irak ulemasının uyguladıkları isnadları yer değiştirme imtihanını, İmam Buharî, sayın Hatemi’ye gelip yapmış olsaydı, herhalde buna ömrünün yaşadığı kadarı daha kendilerine verilmiş olsaydı, dahi buna cevap veremeyecekti. Tartışmamızın sonuna yaklaşırken, bir hususu daha belirtmek isterim. Hatemi, güya Allah’ın Rasulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) medhedeyim, ve O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) felsefi bir sıfat bulayım derken, o, Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl yakışmayacak bir isim verdiğinin farkında değil. Allah’ın Rasulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem), en güzel ve doğru Kur’an’ve Sünnet tanımlamıştır bize. Biz Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve peygamberlik silsilesinin son halkası olarak biliyor ve iman ediyoruz. O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) tanırken, Aristo’nun, Philon’un, Farabî’nin “Filozoflar” için kullandıkları “Akl-ı Küll” tabirini kullanmasını üzüntüyle belirtmek isterim. Belki de Hatemi, sürçü lisan eylemiştir. Söz konusu hadisten, Hatemi’nin çıkardığı anlam doğru olmadığı gibi, ya Arapça tercümesi dürüst değil ya da yapmasını bilmiyor ve yahut da bu parlak “yöntemciliği”ne rağmen tercümenin nasıl olduğunu belirleyemiyor. “Taun” hadisi ve “Taun”dan ölenin bin nevi şehid hükmünde öldüğünü haber veren hadisleri de ezcümle inkâr etmekte. Bunu da, peşin hükme bağlamakta ve doğrusu alay etmekte. Zahmet buyururlarsa; bundaki inceliği ve hastalıklara sabretmedeki ecri ve de Eyyub’un (as) hayat hikayesini yeni baştan gözden geçirsinler, yeniden düşünsünler. İslam Tarihi’ndeki meşhur Amvas vakasını da hatırlamaya çalışsınlar. (el-Belazurî, Futuhu’l-Buldan) “Taun” hadisinin bazı kaynakları: Muslim; Sahih: el-İmare: 105, et-Taberanî, es-Sünen: Cihad: 36, ed-Darimî; es-Sünen: Cihad: 21, en-Nesaî; es-Sünen: Cenaiz: 112, İmam Malik; el-Muvatta; Cabir İbn Atik rivayeti, Tecrid-i Sarih (Buhari Şerhi) c. 8/1195 Bütün bu hadisler uydurma ve buna inanan Müslümanlar da uydurma bir imanın sahipleri. İftira etmekten Allah’a sığınırız.(s.78) Rasulullah’ı “akl-ı küll” olarak nitelendiriyor. Sonra bu “Akl-ı Küll”, “Akl-ı Cüzi” de nedir? Sayın Hatemi (hâşâ), Cenab-ı Allah’ın aklından da bahsetseydi ya? Allah’ın Rasulü’ndeki (sallallahu aleyhi ve sellem) “Akl-ı Küll” nasılmış, bunu bir risaleyle Müslümanlara açıklasalar da, bu ilmin ehli olmayan da ilimlerini tebliğ etseler Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem), saygı göstermemizin ölçüsünü bütün imamlar en iyi şekilde geriye bıraktıkları ilim ve fıkıhlarıyla ortaya koymuşlardır. Ve hiçbir imam da Sayın Hatemî’nin (s. 91)’de dediği gibi, bir hafifliğe düştüğünü sanmıyorum. Bunun ayrıca isbatı gerektiği gibi, İslam’da kaidelerin dâhilinde ictihad eden, isabet etse de yanılsa da me’curdur. Takatimizin ötesinde işlediğimiz hatalarımız (su-i niyyet ve ihlâssızlık olmadıkça) affedilmiştir. Kur’an’ın “Maddi ölçüt” olduğu tabiri de; yeni bid’atlardan olsa gerek. Kur’an’ın sahibi acaba böyle bir tabir zikretmiş mi kitabında? Kur’an’ın ne başında ne sonunda buna rastlayamazsınız. Ama Hatemî’nin hem kitabında hem arka kapağında bunu bulabilirsiniz. Şia’da insanların mercilere nasıl köle kılındığından bir tek kelimeyle söz etmeye yanaşmaz. Evet, İslam’da “Emir” meşru ve adil ise, onun emirlerini Allah’a ve Rasulü’ne isyanı içermediği sürece itaat etmek zorundayız. Sünnet Ehlinin akidesinde, İmamet gibi bir akidenin olmamasından ötürü bizi kınayanlar “emir”e itaatin ayıbından söz etme hakkına sahip olamazlar.

Sayın Hatemî, bize yön ve fikir vermeye çalışıyor. Bildiğimiz düşüncelerine katılacağımızdan şüphesi olmasın. Fakat yalnız önemli bir hususu tekrar hatırlatmak istiyorum: Yapılmasını hararetle savunduklarını bir an önce bizzat kendilerinin ortaya koyması. Ta ki, bizler de böyle bir çalışmanın semeresini görelim. Hadis Külliyatı ortada, Kur’an da mevcut. Kimseye ulaşmayan hadislerden hiçbirimiz de sorumlu değiliz. O zaman bu teklif sahiplerinin samimiliğine ve ciddiliğine inanabiliriz. Yoksa bunlar, bulanık nazariyelerden öteye geçemeyecektir. Bunda, Ehl-i Beyt de ma’sum değildir. Onları sevmek, üzerimize vacip, fakat bu, onları Risaletin masumiyet dairesine girdirmez. Eğer bu tartışmamızda, Müslümanlara ve de muhatabımıza faydalı olabildiysek, Rabbimize şükürler olsu. Allah’ın rızasını talep etmek, mü’min olarak hepimizin yegâne gayesi olduğuna göre, doğru bildiğimizi doğru söylemeye çalışalım!
13